Son 25 yıldır Türk sanayiinde değişen nedir?

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

1980 yılında Türkiye’de kişi başına gelir 1,500 dolar civarındaydı. 2000’li yılların başında 3,000 dolara gelmiştik. 2007’de 10 bin dolar sınırına vardık. O günden beri de aynı yerde patinaj yapıp duruyoruz. 1980’den bugüne büyük resme baktığımızda ne görüyoruz? 1980’lerin başında hala uyuşuk bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin, orta teknolojili bir sanayi ülkesine dönüştüğünü görüyoruz. İhracat rakamları bu dönüşümü gösteriyor. Ama hakikatin birden çok yüzü var. Aynı dönüşüm sürecine bir başka açıdan da bakmak mümkün. Gelin bugün İstanbul Sanayi Odası (İSO)’nın Birinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu listesinden hakikatin öteki yüzüne bir bakıp, size üç adet sonuç çıkartayım. Son 25 yılda Türk sanayiinde değişen ve değişmeyen nedir? Hazırsanız başlayalım.

İlk tablo, 1993, 2002, 2007 ve 2016’da İSO Birinci 500 listesinin ilk 10’unu gösteriyor. Büyük harfle ve altı çizili şirket isimleri kamu mülkiyetindeki şirketler, normal yazılı olanlar ise özel şirketler. 1993 yılında Türkiye’nin en büyük 10 sanayi kuruluşundan 7 tanesi kamu işletmesiymiş. 2002 yılına geldiğimizde özel şirket sayısı çıka çıka 3’ten 5’e çıkmış. 1993’teki Tofaş, Arçelik ve Oyak-Renault’ya eklene eklene Vestel ve Aygaz eklenmiş. Türkiye, o dönemler hep özelleştirme tartışmıştı. Ne olmuş? İlk 10’daki kamu şirketi sayısı ine ine 7’den 5’e inmiş. İlk 10’daki kamu işletmelerinin sayısı 2007’de 1’ye inmiş. Elektrik Üretim A.Ş. 2016 listesindeki tek kamu işletmesi olarak kalmış. 1993’ten 2007’ye artık ilk 10’nun 9’u özel şirket olmuş ve hep öyle kalmış.

Son 25 yılda Türk sanayiinde ne değişmiş? İSO Birinci 500 ilk 10’da özel şirketlerin egemenliği kesinleşmiş. Peki, son 25 yılda İSO Birinci 500’de ne değişmemiş? Ben baktığımda, hep aynı şirketleri ve hep aynı malları ve hep aynı teknoloji düzeyini görüyorum doğrusu. Bunu iki manada kullanıyorum. Bir yandan, şirketleri özelleştirmişiz ama Türkiye devlet işletmeciliğinin yarattığı devleri aşacak bir sıçramayı sanki daha tam gerçekleştirememişiz. Tüpraş aynı Tüpraş, Erdemir orada, İsdemir orada. Ne bileyim? Kamu işletmeciliği Türkiye’yi nereye getirmişse, esas olarak orada kalmışız sanki. Benim hep aynı firmalar, hep aynı mallar dediğim biraz da o. İkinci manası ise şu: 1993 yılında özel firma olarak ne varsa, bundan 25 yıl sonra Türk sanayi adına esas olarak yine ortada onlar var. Tofaş, Oyak-Renault, Arçelik, Ford, Vestel, Toyota. Böyle bakınca Türkiye 1950’lerde kurulmuş bir kaç holdingin ötesine gidememiş ve Türk sanayii hala yenilenememiş gibi duruyor. Her iki manada da vaziyet çok da iyi durmuyor sanki. Belki ben abartıyorum. Bir de siz bakın.

Bu ilk tespit, geleyim İSO Birinci 500 listesine bakınca görünen ikinci hususa. 1996’dan 2016’ya sanayinin Anadolu’ya yayıldığını zaten biliyoruz. Birinci 500 büyük sanayi kuruluşu listesinde yer alan İstanbul, İzmir firmalarının sayısı azalırken, ikincil şehirler hızla sanayileşiyor. Özellikle Türkiye’de otoyollar etrafında hızlı bir sanayileşme gözlemleniyor. Bunun istisnası iki yer var: Konya ve Kayseri. Grafikte yeni yapılan Osmangazi Köprüsü ve körfez geçişi otoyolu da var. Burada önümüzdeki dönemde hızlı bir sanayileşme beklenebilir doğrusu.

Ama listeye biraz daha dikkatli bakınca, Anadolu’nun sanayileşmesi sürecini iki aşamaya ayırabilmek sanki mümkün gibi duruyor. Ortada sanki bir başka örüntü var. Bir nevi örüntü içinde örüntü. Grafik 1a ve 1b, İSO Birinci 500 listesinde 3’ten fazla firma ile temsil edilen illerde 1996-2006 dönemi ile 2007-2016 döneminde kaç firmanın o ilden büyük sanayi kuruluşları listesine eklendiğini ya da o listeden çıktığını listeye eklendiğini gösteriyor. 1996-2006 döneminde İstanbul’dan 16 ve İzmir’den 15 ile Adana’dan 6 firma büyük sanayi kuruluşları listesinden düşmüş. 2007-2016 döneminde ise yanı İstanbul’dan 40 ve İzmir’den 8 firma listeden çıkmış. Adana ise listedeki firma sayısını 6 artırmış. Nedir? İlk dönemde İstanbul’un kaybı daha sınırlı iken, ikinci dönemde artmış.

Peki, iki dönemi karşılaştırdığımızda kazançlı çıkan iller için bir desen var mı? Bana var gibi geliyor doğrusu. 1996-2006 döneminin kazançlı illeri daha Batı’da iken, 2007-2016’da iş tamamen değişiyor. 1996-2006 arasında kazanan iller Bursa, Balıkesir, Manisa, Denizli, Eskişehir ve Hatay iken, 2007-2016 döneminde ağırlık Gaziantep, Kahramanmaraş, Karaman, Adana ve Mersin’e kayıyor.

Ben doğrusu bunu bilinçli bir tercih gibi görmüyorum. Sistemin merkezindeki kriz, Batı ile yoğun ticaret yapan illerimizdeki sanayiyi sanki daha bir olumsuz etkiliyor. Buna karşılık Suriye krizine ve göçmen akımına rağmen, Ortadoğu ile daha yoğun ticaret yapan bölgelerde bir canlanma gözlemleniyor sanki. Ben bu etkinin sonucunu birebir son referandumda gördüğümüz kanaatindeyim.

Üçüncü olarak ise, İSO Birinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu listesindeki firmaların teknolojik düzeyine bakarsak ne görüyoruz? İhracat verilerine baktığımızda ne görüyorsak onu görüyoruz. 1997’den 2016’ya yüksek teknolojili çalışan büyük firma sayısı en büyük 500 içinde 10 bile etmiyor. Tamam 2016’da 19 firmanın, bilgilerinin paylaşılmasını istemediğinden hangi teknoloji düzeyinde faaliyet gösterdiği bilinemese de ortada bir problem olduğu da görülüyor. Türkiye, yüksek teknolojili üretim ve ihracat için her ne yapıyorsa yanlış yapıyor. Şirket sayısı artmıyor. Sanayi Anadolu’ya yayılıyor ama bir yüksek teknolojiye doğru sıçrama yapamıyor.

Bu durumda, son 25 yılda Türk sanayiinde ne değişiyor? Birincisi, Türk sanayiinde özel sektörün ağırlığı belirgin bir biçimde artıyor. İkincisi, sanayi büyük şehirlerin dışına çıkıyor. Sanayi Anadolu’ya açılıyor. Üçüncüsü, orta ve yüksek teknolojili firmalar da Anadolu’da yaygınlaşıyor.

Son 25 yılda Türk sanayiinde ne değişmiyor? Üç aşağı beş yukarı Türk sanayii dediğimizde hep aynı firmalardan ve aynı mallardan bahsediyoruz. Amerikan sanayiinde yeni sanayi devrimi ile gözlemlene dinamik yapı bizim buralarda görülmüyor. Nedir? Türkiye yeni sanayi devriminin de dışındadır. İlginç olan durum şu, siyaset değişse bile sanayinin devleri neredeyse hep aynı kalıyor. İkincisi, sanayinin Anadolu’da yaygınlaşmasında, Türk devletinin aldığı kararlar değil, piyasa şartları daha etkili oluyor gibi duruyor. Avrupa’da kriz varsa, Avrupa ile iş yapan bölümü Türkiye’nin bundan olumsuz etkileniyor. Gelişme başka yerlerde oluyor. Üçüncüsü, son 25 yılda Türk sanayiinin teknolojik altyapısı pek fazla değişmeden kalıyor.

Son 25 yılda teknolojik değişim adına Türkiye’nin sergilediği tek olumlu adım otomotiv firmalarının Türkiye’ye gelmesinden kaynaklanıyor. İSO Birinci 500 büyük sanayi kuruluşu, ilk 10 listesinde, otomobil firmalarının sayısı 1993 yılında 2 iken, 2016 yılında 5’e çıkıyor. İlk 20’ye doğru inerseniz otomobil firması sayısı daha da artıyor. Markalar da çeşitleniyor. Avrupa ve Amerikan markalarının yanına Kore ve Japon modelleri de ekleniyor. Hepsi de Avrupa Birliği pazarlarına mal satmak için otomotiv alanında buraya gelmiş gibi duruyorlar. Geldikleri yerden ve örneğin Çin’den hep aynı amaçla buraya kadar gelmiş bir çok firma var bugün Türkiye’de. Bu ne demek? Türkiye, Almanya krizinde bu manasız duygusal tavrına devam ederse, bu yıl için bile büyüme süreci üzerindeki hasar beklediğinizden daha fazla olur. Avrupa Birliği’nin Türkiye ekonomisi için önemi, Rusya’nın Türkiye ekonomisi için önemi ile kıyaslanamaz bile. Çok önemlidir.

Türkiye, son 25 yılda sanayisinin teknolojik altyapısını yenilemede başarısız olmuştur. Her ne yaptıysa, yanlış yapmıştır. Kamu şirketleri eliyle savunma sanayiinde denenen o kadar yöntemden bir büyük teknolojik yenilenme süreci çıkamamıştır. Elimizde kalan yalnızca rekabet gücü olmayan, bir kaç kötü kamu şirketidir. Not edeyim aklınızda kalsın.

Ne yapmak gerekir? Yanlışta ısrar etmeyin. Denenip zaten başarısız olmuşu, yeniden denemeyin. Dünün başarısızlıklarından öğrenin. Türk sanayinin teknolojik yenilenmesi adına her yolu denediğiniz halde başarı bir türlü gelmiyorsa, mutlaka denemediğiniz bir yol vardır. İşte o fırsat kapısını arayın. Ben idaremizin o pırıl pırıl parlayan fırsat kapısını hala göremediği kanaatindeyim doğrusu. İdaremiz bugün bütün anahtar kelimeleri kullanıyor: Yabancı yatırım, lokalizasyon, biyoteknoloji, nanoteknoloji, Bilgi ve iletişim teknolojileri, yeni sanayi devrimi. Ama alanda somut olarak ne yapması gerektiğini hala bilmiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar