Sokak mı önemli otel mi?
Her yıl tatilden dönüşte turizmle ilgili bir yazı yazmak artık adet haline geldi. Tabii turizm ve pazarlama üstüne, yalnızca tatil dönüşlerinde yazmıyorum, ama neredeyse her tatil dönüşünde turizm üstüne yazdığım da ortada. Eskiler seyahatten dönenlere “Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” derler ya, sanırım ben de buna uyuyorum...
Önceki yazılarımda Türkiye’nin uzun yıllardan beri izlediği çok yıldızlı oteller ve endüstriyel yeme içme tesislerini özendiren turizm politikasını epey eleştirmiştim. Bu politikanın sonuçlarının pek de iyi olmadığını, sıradanlaşma, aynılaşma, kimliksizleşme gibi sonuçlar doğurduğunu ve bunun da ülkenin rekabet gücünü olumsuz etkilediğini çeşitli vesilelerle yazmıştım. Zaten aynı nedenlerle tatillerde beş yıldızlı oteller veya tatil köyleri gibi seçeneklerden oldum olası uzak dururum. Neyse, mesele benim tercihlerim değil zaten!
Herkesin kabul ettiği gibi, ülkemiz kıyılar, dağlar, dereler, ören yerleri, tarihi şehirler ve benzeri pek çok değere sahip. Son 30 yılda hem teknolojideki ilerleme ve ucuzlamanın yardımı, hem de gelir düzeyinin yükselmesi sayesinde yollar, oteller, lokantalar, konaklama tesisleri ve benzeri altyapıda önemli gelişmeler sağlandı. Bu altyapıya bağlı olarak da hem iç hem de dış turizmde önemli bir büyüme kaydedildi. Buraya kadar bir sorun yok. Ancak bu kadar gelişmeye rağmen, ne turizmciler elde ettikleri gelirden memnun, ne de turizm bölgelerindeki halk...
Kimi bölgenin insanı mevcut potansiyelin yeterince iyi değerlendirilemediğini düşünüyor, kimi bölgenin insanı ise mevcut kaynakların vahşice tüketilmesinden ve kirletilmesinden şikayetçi. Kimi yerlerde beş yıldızlı otellerin ve tatil köylerinin yarattığı beton yığınlarından sıyrılıp denize ulaşmanız mümkün olmuyor, kimi yerlerde bir kulübe inşa etmenize bile izin verilmiyor.
Pahalılık, kirlilik, kötü yapılaşma, kötü servis pek çok tatil yöresi için sıradan özellikler. Uygun fiyatlı, sizi yolunacak kaz olarak görmeyen, ağırlama işini gerçekten gönülden yapan konaklama tesislerini, ummadığınız yerde karşınıza çıkan ve “normal” fiyatlara değişik lezzetler sunan pek çoğu aile işletmesi yeme içme tesislerini tenzih ederim tabii. Ama durum gerçekten çok da parlak değil. Bunun en önemli nedeni ise dediğim gibi özellikle deniz kıyılarındaki turizmi beş yıldızlı otel ve tatil köyü inşasına izin vermekle eş tutan anlayış. Bu anlayışa göre denizi, kumu, güneşi güzel kıyılarda devasa büyüklükte, çok yataklı oteller ve tatil köyleri inşa edilmeli; her şey dahil turlarla insanlar buralara getirilmeli, paket dahilinde bir kaç ören yeri ve müze gezisinden sonra yine büyük ölçekli mağazalardan alışveriş yapmaları sağlanmalı ve döngü böylece sürüp gitmeli. Orta sınıf mümkün olduğunca ucuza her şey dahil turlarla gezdirilirken zenginler de elbette unutulmamalı. Aşırı pahalı ama her zevke hitap edebilecek butik oteller ve birbiriyle pahalılık yarışı yapan restoranlar ve lüks mağazalar ülkemizin sunduğu turizm yelpazesi içinde yerini almalı...
Meseleye böyle bakınca ülkenin turizmi de tıpkı İstanbul’un “kentsel yenilemesi” gibi bir şey oluyor aslında. Ruhu olmayan yeni binalar, siteler, oteller hiç fark etmez. Sokağınız pismiş, deniziniz kirliymiş kimin umurunda. “Mavi bayrak” sahibi plajların on metre ötesinde çöp dağları oluşmuş önemli mi? Bu anlayışa göre elbette önemli değil. Önemli olan binalar yapılsın, paralar gelsin!
Turizm yalnızca birilerinin yer değiştirmesi vesilesiyle para kazanmak değildir. Turizm kültürel etkileşim, yeni deneyimler ve yeni heyecanlar yaşamaktır. Bunun için yerlilerle yabancıların bir araya gelmesi, konuşması, etkileşim içine girmesi gerekir. Yeni damak tatları keşfetmek, yeni yerler görmek, her zaman yapmadığınız şeyleri yapmak, yeni birileriyle tanışıp konuşmak gerekir. Bunun için de turistin çıkabileceği sokak, yürüyebileceği yol, keşfedebileceği alan, yaşayabileceği deneyim, konuşabileceği insan olması gerekir.
Türkiye’de son zamanlarda bir kamu spotu modası var ya. Sigara içmeyin, bilinçsiz ilaç kullanmayın vb. Peki siz hiç sokağa tükürmeyin, pikniğe, plaja gittiğinizde çöpünüzü, ambalaj atıklarınızı bırakmayın, pet şişelerinizi araba camından atmayın, yabancıları kazıklamayın diye kamu spotu gördünüz mü?
Peki, siz hiç Turizm Bakanlığı’nın veya belediyelerin turizm sektöründe yaygın şekilde küçük aile işletmelerini desteklediğine, insanları eğitimden geçirdiğine, yol yordam öğrettiğine veya ekonomik bir kolaylık sağladığına şahit oldunuz mu?
Olmadınız değil mi? Ülke toprağını inşaat ve rant alanı, ülke insanını da ucuz işgücü olarak gören anlayış sürdükçe böyle bir şeye şahit olmanız mümkün değil zaten.