Sokak hayvanları meselesi…
Bu yeni anayasa tartışmalarına neden mesafeli yaklaşıyorum, biliyor musunuz? Başta mevcut anayasa olmak üzere, kanun ve yönetmelikleri uygulamıyoruz da ondan.
Peki neden uygulamıyoruz? Çoğu zaman “işimize” gelmiyor ve keyfiliğimizi elimizden alıyor. Yaptırım desen o da yok. Sonuçta ne oluyor? Mevcut kanun ve yönetmeliklerle çözüm üretmediğimiz, çözüm üretmeyenin de sorumlu tutulmadığı sorunlar büyüyor. Sonunda da insani olmayan ve bize yakışmayan çözümler üzerinden kavgaya tutuşuyoruz.
Bunun en güncel ve en can acıtan örneklerinden biri de kuşkusuz sokak hayvanları meselesi. Mevcutta, uygulandığı takdirde sokak hayvanları sorununun çözüleceğine dair hiç kimsenin şüphe taşımadığı bir yönetmelik var.
Belediyelere yaptırım uygulanmadı
Bu yönetmelik gereği de belediyelere yönetmeliğin kendilerine verdiği sorumluluğu yerine getirmesi için hepimizin ödediği vergilerden bir bütçe aktarılmış. Belediyeler bu bütçeyi yıllar boyu bambaşka amaçlarla kullanmış. Hayvanseverlerin defalarca uyarmalarına rağmen soruna duyarsız kalmışlar. Barınaklarda köpek popülasyonu artınca ortaçağı bile aratan katliamlara imza atmaktan da geri durmamışlar.
Denetim raporlarında belediyelerin sorumluklarını yerine getirmediği defalarca yazılmasına rağmen hiçbir yaptırım uygulanmamış. Hayvanseverler başta olmak üzere toplumun geniş bir kesimini rahatsız eden bir tablo ortaya çıkınca da sokak hayvanlarının öldürülebilmesi çözüm olarak vatandaşa sunulmuş. Üstelik bu da hiç gerçekçi olmayan iktisadi ve toplumsal gerekçelere dayandırılmış. *
Böylece, görevini yerine getirmeyen belediyeler, onlara yaptırım uygulamayan devlet görevlileri, yıllarca “cins” ırkların üretilip satılması üzerinden sağlanan ranta çanak tutan bakanlık yetkilileri, çocuğuna karne hediyesi olarak “satın aldığı” köpeği karnenin mürekkebi kurumadan sokağa bırakan vicdansızlar, yani bu işte sorumluğu olan bütün eşref-i mahlukat elini yıkayarak bu işten sıyrılırken olan bu işte zerre kadar suçu olmayan, ne olup bittiğinden habersiz ve eşref-i mahlukatın kendisine yakıştığı gibi davranmasını bekleyen canlılara olacak.
Bir kutuplaşma aparatı olarak sokak hayvanları…
Neredeyse her konuda olduğu gibi sokak hayvanları meselesi de kolaylıkla bir kutuplaşma aparatına dönüştürülüyor. Hayvansever olmakla insan sever olmak farklı duygularmış gibi insanı kendinden bile şüpheye düşürecek bir tartışma ortamında makul çözümler konuşulamıyor, taraflar marjinalleştiriliyor. Fakirlerin köpek sevmemelerine zenginlerin kızması gibi garip ve sakıncalı bir algı oluşturuluyor. Sokak hayvanları meselesini insani yollardan çözmeyi
savunanların aynı zamanda çocuk istismarını, çocuk yoksulluğunu, çevre felaketlerini, çarpık kentleşmeyi, gelir eşitsizliğini de dert edinen insanlar olduğu kasıtlı olarak görmezden geliniyor. Hayvanseverler, Türkiye’nin gerçek sorunlarına duyarsız, güvenlikli sitelerde oturan, tuzu kuru, toplumdan bihaber ve fakirin halinden anlamayan bireyler olarak karikatürize edilirken bir taşla birkaç siyasi kuş da vuruluyor. Dar gelirli mahallelerde oturan ve sokak hayvanlarından haklı sebeplerle şikayet eden vatandaşlara bu işin sorumlusu olarak işini yapmayan kamu kurumları ve belediyeler yerine “süslü ve duyarsız” bireyler olarak resmedilen toplum gönüllüleri/aktivistler sunuluyor.
Her şey sınıfsal!
Bu ülke gerçek anlamıyla sınıf çatışmasını hiçbir zaman yaşayamadı, yaşayamıyor da. Tartışmalar da o yüzden sığ ve amacından kopuk ilerliyor. Sokak hayvanları sorunu da istisna değil. Ülkedeki yoksulluğu, gelir eşitsizliğini, sınıflar arası geçişkenliğin yok olmasını unutturup sokak hayvanları üzerinden bir zengin-fakir ayrımı yapmak ve bu sorunu da sınıfsal olarak göstermek başta iktidar olmak üzere gerçek bir sınıf çatışmasından korkan herkesin işine geliyor. Dar gelirlilerin yoksulluktan ve eşitsizlikten dolayı biriken öfkesini bugün sokak hayvanlarına, ileride de başka bir alana yöneltmek güç ve makam sahiplerinin de işine geliyor.
Bu sokak hayvanları meselesine sınıfsal bir perspektiften bakmak isterseniz bir gözlemimi aktararak yardımcı olayım. Birçok yabancı ülke gördüm ve ABD’de bir süre kaldım. Bu ülkelerin önemli bir kısmı da kişi başı milli gelir açısından zengin ülkelerdi. Hayatımda Türkiye ve Rusya’daki kadar “cins” ya da “pahalı” köpeği hiçbir gelişmiş ülkede görmedim. Bu iki ülkenin hızla zenginleşen kesiminin “bir üst sınıfa atlarken yapılacaklar listesinde” cins bir köpek sahibi olmak önemli bir yer tutuyor kuşkusuz.
Günün sonunda da binlerce dolar vererek satın alınan (sahiplenen demiyorum) bu cins köpeklerin sahiplerine dert olmadığı sürece rahatı yerindeyken, olan yine sokakta doğan, yaşama mücadelesini doğduğu günden itibaren veren, hakkını arayamayan ve ademe bir türlü yaranamayan canlılara oluyor. Bir başka deyişle bu ülkede köpeğin de yoksulu gün yüzü görmüyor. Bütün bu yoksulluğa, haksızlığa isyan etmesin diye de eşref-i mahlukatın fakirini uyutmak için mahlukun fakiri seçiliyor.
* Bugün bir hayvanı, yönetmeliklere göre öldürmenin maliyeti kısırlaştırma maliyetinin yaklaşık dört katı.