Sokak hayvanları meselesi…

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE umit.ozlale@dunya.com

Bu yeni anayasa tartışmalarına neden mesafeli yaklaşıyorum, biliyor musunuz? Başta mevcut anayasa olmak üzere, kanun ve yönetmelikleri uygulamıyoruz da ondan.

Peki neden uygulamıyo­ruz? Çoğu zaman “işimize” gelmi­yor ve keyfiliğimizi elimizden alı­yor. Yaptırım desen o da yok. So­nuçta ne oluyor? Mevcut kanun ve yönetmeliklerle çözüm üret­mediğimiz, çözüm üretmeyenin de sorumlu tutulmadığı sorunlar büyüyor. Sonunda da insani olma­yan ve bize yakışmayan çözümler üzerinden kavgaya tutuşuyoruz.

Bunun en güncel ve en can acı­tan örneklerinden biri de kuşku­suz sokak hayvanları meselesi. Mevcutta, uygulandığı takdirde sokak hayvanları sorununun çö­züleceğine dair hiç kimsenin şüp­he taşımadığı bir yönetmelik var.

Belediyelere yaptırım uygulanmadı

Bu yönetmelik gereği de bele­diyelere yönetmeliğin kendile­rine verdiği sorumluluğu yerine getirmesi için hepimizin ödediği vergilerden bir bütçe aktarılmış. Belediyeler bu bütçeyi yıllar bo­yu bambaşka amaçlarla kullan­mış. Hayvanseverlerin defalar­ca uyarmalarına rağmen soruna duyarsız kalmışlar. Barınaklarda köpek popülasyonu artınca orta­çağı bile aratan katliamlara im­za atmaktan da geri durmamış­lar.

Denetim raporlarında bele­diyelerin sorumluklarını yerine getirmediği defalarca yazılması­na rağmen hiçbir yaptırım uygu­lanmamış. Hayvanseverler başta olmak üzere toplumun geniş bir kesimini rahatsız eden bir tablo ortaya çıkınca da sokak hayvan­larının öldürülebilmesi çözüm olarak vatandaşa sunulmuş. Üs­telik bu da hiç gerçekçi olmayan iktisadi ve toplumsal gerekçelere dayandırılmış. *

Böylece, görevini yerine getir­meyen belediyeler, onlara yaptı­rım uygulamayan devlet görevli­leri, yıllarca “cins” ırkların üreti­lip satılması üzerinden sağlanan ranta çanak tutan bakanlık yet­kilileri, çocuğuna karne hediyesi olarak “satın aldığı” köpeği kar­nenin mürekkebi kurumadan so­kağa bırakan vicdansızlar, yani bu işte sorumluğu olan bütün eşref-i mahlukat elini yıkayarak bu işten sıyrılırken olan bu işte zerre kadar suçu olma­yan, ne olup bittiğinden habersiz ve eşref-i mah­lukatın kendisine ya­kıştığı gibi davranma­sını bekleyen canlılara olacak.

Bir kutuplaşma aparatı olarak sokak hayvanları…

Neredeyse her konuda oldu­ğu gibi sokak hayvanları mese­lesi de kolaylıkla bir kutuplaş­ma aparatına dönüştürülüyor. Hayvansever olmakla insan se­ver olmak farklı duygularmış gi­bi insanı kendinden bile şüpheye düşürecek bir tartışma ortamın­da makul çözümler konuşulamı­yor, taraflar marjinalleştiriliyor. Fakirlerin köpek sevmemeleri­ne zenginlerin kızması gibi ga­rip ve sakıncalı bir algı oluştu­ruluyor. Sokak hayvanları mese­lesini insani yollardan çözmeyi

 savunanların aynı zamanda ço­cuk istismarını, çocuk yoksul­luğunu, çevre felaketlerini, çar­pık kentleşmeyi, gelir eşitsizliği­ni de dert edinen insanlar olduğu kasıtlı olarak görmezden gelini­yor. Hayvanseverler, Türkiye’nin gerçek sorunlarına duyarsız, gü­venlikli sitelerde oturan, tuzu kuru, toplumdan bihaber ve fa­kirin halinden anlamayan birey­ler olarak karikatürize edilirken bir taşla birkaç siyasi kuş da vu­ruluyor. Dar gelirli mahallelerde oturan ve sokak hayvanlarından haklı sebeplerle şikayet eden va­tandaşlara bu işin sorumlusu ola­rak işini yapmayan kamu kurum­ları ve belediyeler yerine “süslü ve duyarsız” bireyler olarak res­medilen toplum gönüllüleri/akti­vistler sunuluyor.

Her şey sınıfsal!

Bu ülke gerçek anlamıyla sınıf çatışmasını hiçbir zaman yaşaya­madı, yaşayamıyor da. Tartışma­lar da o yüzden sığ ve amacından kopuk ilerliyor. Sokak hayvanları sorunu da istisna değil. Ülkedeki yoksulluğu, gelir eşitsizliğini, sı­nıflar arası geçişkenliğin yok ol­masını unutturup sokak hayvan­ları üzerinden bir zengin-fakir ayrımı yapmak ve bu sorunu da sınıfsal olarak göstermek başta iktidar olmak üzere gerçek bir sı­nıf çatışmasından korkan herke­sin işine geliyor. Dar gelirlilerin yoksulluktan ve eşitsizlikten do­layı biriken öfkesini bugün sokak hayvanlarına, ileride de başka bir alana yöneltmek güç ve makam sahiplerinin de işine geliyor.

Bu sokak hayvanları meselesi­ne sınıfsal bir perspektiften bak­mak isterseniz bir gözlemimi ak­tararak yardımcı olayım. Birçok yabancı ülke gördüm ve ABD’de bir süre kaldım. Bu ülkelerin önemli bir kısmı da kişi başı milli gelir açısından zengin ülkelerdi. Hayatımda Türkiye ve Rusya’da­ki kadar “cins” ya da “pahalı” kö­peği hiçbir gelişmiş ülkede gör­medim. Bu iki ülkenin hızla zen­ginleşen kesiminin “bir üst sınıfa atlarken yapılacaklar listesin­de” cins bir köpek sahibi olmak önemli bir yer tutuyor kuşkusuz.

Günün sonunda da binlerce do­lar vererek satın alınan (sahiple­nen demiyorum) bu cins köpek­lerin sahiplerine dert olmadığı sürece rahatı yerindeyken, olan yine sokakta doğan, yaşama mü­cadelesini doğduğu günden itiba­ren veren, hakkını arayamayan ve ademe bir türlü yaranamayan canlılara oluyor. Bir başka deyiş­le bu ülkede köpeğin de yoksu­lu gün yüzü görmüyor. Bütün bu yoksulluğa, haksızlığa isyan et­mesin diye de eşref-i mahlukatın fakirini uyutmak için mahlukun fakiri seçiliyor.

* Bugün bir hayvanı, yönetme­liklere göre öldürmenin maliyeti kısırlaştırma maliyetinin yakla­şık dört katı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Para verme, akıl ver… 29 Mayıs 2024