Siyasi liderler ve otoriterlik

Osman AROLAT
Osman AROLAT AROLAT'tan [email protected]

Bir genç bilim insanı, hazırladığı doktora tezi için benden 2008 yılında “liderlerin otoriterleşmesi” üzerine yazdığım makalemi istedi. Okuduğumda bugünleri anlatması açısından önemli olduğunu düşünerek, siz okurlarımla bir kere daha paylaşmak istedim. Virgülüne dokunmadan aktarıyorum: 

 Özellikle gelişmekte olan ülkelerde birinci dönem iktidarlarının ardından daha büyük bir oy alarak parlamentoda ikinci dönem iktidarı elde eden liderlerde, “bir yönetim katılığı” gündeme gelir. Liderin çevresini alanlar, onun her sözünü hikmet, her yaptığını marifet gibi ortaya koyarlar. Bu da liderin kararlarında danışmayı geriye itmesine, kararlarında kişiselleşmesine yol açar. Yakın siyasal tarihimizde Menderes, Demirel ve Özal’ın ikinci dönem iktidarları bunun örnekleridir. Başbakan Erdoğan’ın bu örneklerden ders alması gerekir... Siyaset biliminin kuralıdır, “İktidarın ikinci döneminde liderler bir katılık yaşarlar”. Bunda bir yandan “Başardım beni yeniden seçtiler, en iyisini ben bilirim” düşüncesi etkendir. Bir yandan “iktidarın ilk döneminde çevredeki eleştirebilenler, muhalifler ya kendileri çekilmiş ya da saf dışı edilmiştir.” Ve bir yandan da “Liderin çevresinde bir ‘En iyisini siz bilirsiniz’ diyenlerin duvarı” oluşmuştur. Halk arasında buna “Şeyh uçmaz, müritler uçurur” denir.

Son dönemde Başbakan Erdoğan’ı izlerken, çevremde bulunanlar hep bu konuları dile getirmeye, Başbakan’ın birçok çıkışında onu frenleyen bir mekanizmanın bulunmamasının olumsuzluk yarattığına yönelik yorumlar yapmaya başladılar. Bu, Almanya’daki son çıkışı için de böyle, türban konusundaki değerlendirmelerine kızdığı basın mensuplarına verdiği cevapta da böyle, grupta önceki gün milletvekilleri önünde güncel olayları değerlendirirken de dün il başkanlarına değerlendirmeler yaparken de öyle.

Bir sanayici dostum, sohbet sırasında dün, “Başbakan’ın bu sert çıkışlarında kimseye danıştığını sanmıyorum. Onu alkışlamaya hazır kalabalık önünde alkış aldıkça üslubunu sertleştirmesini de buna bağlıyorum. Yakın çevresinde bir uyarı mekanizması kurması gerekir” değerlendirmesini yaptı. Bu, geçen hafta, bir dost yemeğinde buluştuğumuz ANAP döneminin önemli siyasi ismi Kaya Erdem’in sohbet sırasında anlattıklarını hatırlamama neden oldu: “İkinci dönemler iktidar açısından çok önemlidir. Liderler o dönemde çok dikkatli olmalıdır. Türkiye’de 1950’den bu yana ikinci dönem daha yüksek oyla seçilen iktidarların liderleri hep, kendilerini çok önemseyerek eleştirel özelliği olan çevreden ve takım oyunundan koptular. Ve bu durum onların daha çok hata yapmaları sonucunu ve olumsuzlukları getirdi. Bu rahmetli Menderes için de Süleyman Bey için de rahmetli Özal için de böyle oldu. Benim çok yakından yaşadığım Özal iktidarında Turgut Bey, 1987 sonrası asıl çevresini kaybederek, yönetim anlamında yalnızlığa itildi. Ve çok başarılı olduğumuz 1983 birinci dönem iktidarımızın ardından ikinci dönemde iktidarımızın sonunu getiren hatalar yapıldı. Bunda liderin kişisel kararları, danışmadan hareketi önemli rol oynadı. Bu açıdan Sayın Erdoğan’ın yakın tarihin bu siyasal gelişmelerinden ders çıkartması, ikinci dönem katılığından kurtulması gerekir.”

Sayın Erdem bu anlatımı yaparken üç yıl önce gittiği bir gezide birlikte olduğu AK Parti’li belediye başkanına bu yöndeki değerlendirmesini anlatıp, “Şimdi o genç başkana telefon edip o sohbeti hatırlatayım mı? diye düşünmüyor değilim” dedi. Ve o da Erdoğan’ın üslubunun değişmesi gerektiğini ortaya koydu. Oysa, görüyoruz ki Başbakan Erdoğan giderek daha da sertleşiyor. Dünkü şu cümlesi ülkeyi kucaklayıcı olarak kabul edilemez: “Öfkeli olduğumu söylüyorlar. Öfke bir hitabet sanatıdır”.

Öfke hitabet sanatı olsa da ülke Başbakanı’nın kendisinden farklı düşünen toplumda bazı grupları dışlamasını ortaya koyan bir söylem olamaz. Olmamalıdır. Başbakan Erdoğan’ın hızla ikinci dönem iktidarında katılaşmadan kurtulması gerekir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar