Siyasi kutuplaşma ekonomiye zarar verir

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Başbakan Erdoğan'ın dindar ve muhafazakar bir nesil yetiştirmek istiyoruz demesi büyük yankı uyandırdı. Kimine göre, Başbakan'ın açıklaması AKP'nin demokrasiden uzaklaşıp dine dayalı otoriter bir yönetime doğru kaydığının işareti. Kimilerine göre ise, bu sözlerin abartılacak bir tarafı yok. Geçenlerde İslami kesimin önde gelen kalemlerinden biri yazısında Başbakan'ın misyon adamı olduğunu, 30 yılı aşkın bir süreden beri bu görüşleriyle bilindiğini, devlet politikası haline dönüştürülmedikçe, ilk ve orta-öğretimin müfredatına konulmadıkça bu görüşün kendisine saklansa daha iyi olacak özel görüşlerinin dışa vurması sayılabileceğini belirtiyordu. Amacım asla bir polemik yaratmak olmadığı için yazarın ismini burada vermiyorum. Ancak kafam biraz karıştı. Erdoğan'ın 1990'lı yıllarda yaptığı konuşmalar aklıma geldi. Başbakan Erdoğan liderliğindeki AKP'nin gerçek misyonunun ne olduğunu düşünmeye başladım. Bu, herkesin özgürce düşüncesini ortaya koyup tartışabildiği; çoğulcu, insan haklarına saygılı, Batılı değerleri özümsemiş, laik, ileri demokrat bir Türkiye mi tesis etmek; yoksa, Türkiye'yi Batı'dan koparıp dini temellere dayalı bir Ortadoğu ülkesi haline mi getirmek? Temennim odur ki, bu misyon ilki olsun. Başbakan'ın 12 Haziran'da seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra AKP Genel Merkezi'nden yaptığı konuşmayı hatırlayalım. Başbakan, hükümetinin toplumun her bir ferdini kucaklayacağını; kendilerine oy verenlerin de vermeyenlerin de yaşam tarzı ve inançlarını onurları, şerefleri, namusları olarak göreceklerinden kimsenin kuşku duymaması gerektiğini söylemişti. 75 milyonun birarada kardeşçe, barış içinde yaşayacağı bir Türkiye tablosu çizmişti.

Bu konuşmanın, daha doğrusu taahhüdün üzerinden daha bir yıl geçmeden Türkiye siyaseten gergin bir atmosfere giriyor. Toplumun dindarlar-dindar olmayanlar; inananlar-inanmayanlar şeklinde kamplara bölünmesine yol açacak bu ifadenin siyasi ve ekonomik istikrarı bozmasından endişe duyuyorum. Sakın ha "dün dündür bugün bugündür" demeyin. Zira o zihniyetin de, Türkiye'nin siyasi yapısında bugün görülen dengesizlikte payı büyük. Kim ne derse desin, Başbakan'ın açıklaması, merkez sağ görüşü temsil ettiğini iddia eden AKP'nin bu imajını ciddi biçimde zedelemiş; bu partinin merkezden uzaklaşarak dini-otoriter bir yönetim biçimine kaydığına dair endişeleri arttırmıştır. Din eksenli bir siyasi modelle Türkiye'nin 21. yüzyılın lider ülkelerinden biri olmasının olanağı yoktur. Kaldı ki, Türk toplumu siyasi görüşten bağımsız olarak muhafazakar bir toplumdur. Çok partili hayata geçtiğimiz 1946'dan bu yana Türkiye'de merkez sağ görüşü temsil eden partiler dışında hiç bir partinin tek başına iktidar olamaması bunun en önemli göstergesidir. Anlaşılan, bu da Başbakan'ı tatmin etmemiş olacak ki, gönlünden geçeni sesli olarak ifade etmek ihtiyacını duydu.

***

Ülkemizin siyasi ve ekonomik yönden güçlenmesi ekonomik büyümenin sürekliliğini

gerektiriyor. Sürekli büyüme ise ekonomik göstergelerdeki iyileşmeler kadar siyasi istikrarın ve toplumsal barışın muhafazasına bağlı. Siyasi istikrarsızlığın ekonomiye maliyeti bir hayli fazla. Hatta, ülke olarak bu konuda oldukça zengin bir deneyime sahibiz dersek yanlış olmaz. Siyasi istikrarsızlık ekonomideki belirsizlikleri arttırarak yatırımları ve büyümeyi yavaşlatırken, büyümedeki yavaşlama da siyasi istikrarsızlığa yol açıyor. İş bununla da bitmiyor; siyasi istikrarsızlık araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ve eğitime ayrılan fonların azalmasına yol açarak teknolojik gelişmeyi ve beşeri sermaye oluşumunu da engelliyor. Başbakan'ın dile getirdiği bu arzunun fiiliyata dönüştürülmesi yolunda atılacak adımların toplumdaki kutuplaşmayı arttırmaktan, siyasi istikrarı bozmaktan ve ekonomide sağlanan kazanımların bir çırpıda silinmesine yol açmaktan öte bir yararı olacağını sanmıyorum. Giderek otoriterleşen AK Parti iktidarı, Türkiye karşıtı Sarkozy'lerin, Merkel'lerin değirmenine su taşıyor. AB ekonomik olmanın ötesinde siyasi bir kuruluş. Bu kuruluşu oluşturan ülkelerin en önemli özelliklerinden biri din ve siyasi otorite arasındaki kesin ayrım, yani laiklik. Sadece ekonomik yönden gelişmiş olmak AB üyesi olmak için yeterli değil. Türkiye ileride bu kuruluş içinde yer almak, daha doğrusu Batı'yla entegre olmak istiyorsa ekonomik alanda göstereceği başarı kadar laik, demokratik bir toplum kurma yolunda da adımlar atması gerekiyor.

***

Türkiye ekonomisi son bir kaç yıldır büyük ölçüde kendi dışında meydana gelen gelişmeler sonucu yüksek büyüme hızları gerçekleştirdi. Şüphesiz olumlu bir gelişme, ancak ekonomi güllük gülistanlık değil. Yüksek büyüme hızlarının iç talepteki artıştan kaynaklandığını; ekonomi büyürken cari işlemler ve dış ticaret açıklarının rekora koştuğunu bilmeyen yok. Yine biliyoruz ki, bu modelle orta ve uzun vadede büyümenin sürekliliğini sağlamak olanaksız. Orta ve uzun vadede büyüme tasarruf oranının artışına olduğu kadar, eğitimde, teknolojide ve hukuksal yapıda gerçekleştirilecek köklü iyileşmelere bağlı. Özellikle eğitim alanında yapılacak yatırımların Türkiye'nin geleceği açısından önemi büyük. Ülkenin kalkınması dindar ve muhafazakar nesillerden ziyade, çağdaş, demokrat, açık fikirli, kendi dışındaki görüşlere saygılı nesillerin yetişmesine bağlı. AKP'nin acaba ne kadarı bunun bilincinde? Daha farklı söylersek, kaçta kaçı bunu gönülden istiyor? Eminim, çok kişi bunu merak ediyordur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016