Siyasi gerginlikler ekonomik kırılganlığı besliyor!
Küresel ölçekte sorunların kademeli olarak ağırlaştığı ve beklentilerin olumsuzlaşmasının engellenemediği bir süreçten geçiyoruz. Farklılaşan koşullar, yılın son çeyrek döneminde riskten kaçınma eğiliminin daha belirleyici olması olasılığını güçlendiriyor; günü kurtararak ilerlemek giderek zorlaşıyor.
Tahvil piyasalarının dolar faizlerinin yükselişine hazır olduğunu iddia etmek, petroldeki arz fazlasının ortadan kalkacağı ve fiyatın yeniden toparlanacağı söylemine sarılmak, ABD Başkanlık seçimlerine ilişkin son gelişmeler, ya da en büyük Alman Bankasına ilişkin olumsuzlukların artan uzlaşı olasılığı nedeniyle olumlu katkılar yapacağını öne sürmek türünden yapay zorlamalar yeterli olmayabilir.
Bu ve benzeri faktörler, üçüncü çeyrek bilançolarının daha kötü görünmesini kısmen önlemiş olabilir; fakat son çeyreğe ilişkin eğilimler konusunda yeterli katkı sağlamayabilir. Suriye konusunda, ABD ile Rusya arasındaki gerginlikte gözlenen tırmanışın piyasa eğilimleri üzerinde belirleyici olması engellenemeyebilir. Bu olasılığı görmezden gelmek anlamsızdır, çaresizlikten başka bir şey değildir.
Para otoriteleri başta olmak üzere sistemi oluşturan kurumsal yapının etkisizleşiyor olmasına ve tırmanışta olan siyasi gerginliklere rağmen, beklentilerin yönlendirilebileceğini ve gelişmelerin kontrol altında tutulabileceğini varsaymak gerçekçi bir yaklaşım olamaz. Gereklidir, fakat kesinlikle yeterli değildir.
Ayrıca, kısa vadede bazı finansal eğilimleri etkilemek üzere devreye sokulan söylem ve girişimler gerçekçi değildir. Tahvil piyasaları birilerinin iddia ettiği gibi dolar faizlerinin yükselişine hazır değildir; zira bu olasılığın gelişen ekonomiler ve özel sektör tahvilleri üzerindeki etkisi ile bunların diğer tüm beklentiler üzerindeki muhtemel katkıları hiç dikkate alınmamıştır. ABD ile Rusya arasındaki gerilimin yükselmesi ise, ABD Başkanlık seçimlerinden çıkacak sonucu önemsizleştiren bir görünüm sergiliyor. Fiyatlanmamış olasılıklar, petrol fiyatları konusundaki gelişmeleri de öngörülenin aksi yönünde etkileyebilir.
Küresel ölçekteki ağırlaşmış sorunlar, hem ekonomik kırılganlık algısını tehlikeli seviyelere yükseltiyor ve hem de siyasiler üzerindeki baskının artmasına sebep oluyor. Çözümsüz sorunlar ve ortaya çıkan çıkar çatışmalarına bağlı derin uzlaşmazlıklar ise ülkeler arasındaki gerginliği tırmandırıyor. ABD’nin önemli müttefikleri ile ilişkilerinin çatırdamasını önleyemiyor, Rusya ve Çin karşısında tehlikeli bir yalnızlaşmanın öznesi olmaktan kurtulmasını sağlayamıyor; söz konusu ülke yanlışı kendi tercihlerinde arama basiretini gösteremiyor!
Bu yılın son çeyrek dönemine ilişkin fiyatlanmış veya görmezden gelinmiş tüm beklentileri, bir sene öncesinin aynı dönemi ile karşılaştırdığımızda olumlu düşünmek olanaksızlaşıyor. Zira sorunların daha ağırlaşmış, uzlaşmazlıkların daha derinleşmiş, başta para otoriteleri olmak üzere kurumsal yapının daha etkisizleşmiş ve siyasiler üzerindeki baskıların daha önce görülmemiş düzeylere sıçramış olduğu dikkat çekiyor.
Gerek artan ekonomik kırılganlık algıları ve gerekse büyümesi önlenemeyen ve siyasileri yıpratan çıkar çatışmaları, riskten kaçınma eğilimini güçlendirecek gibi görünüyor. Büyük risk taşıyanların başlarının çaresine bakmak üzere birbirleri ile yarışmak zorunda kalması olasılığı güçlenirken, diğerlerini tersine ikna etmek pek mümkün olamayabilir! Bu tablo, beklentilerin bozulmaya devam etmesi ve finansal piyasaların olumsuz baskılar altında bunalması dışında pek bir anlam taşımıyor.
2011 yılındaki Arap Baharı sonrasında gelişmiş ve gelişen ekonomileri açmaza düşürmeye başlayan ve kırılganlık algılarını besleyerek yeni rekorlara taşıyan durgunlaşma eğilimi çok tehlikeli bir aşamaya gelmiş olabilir. Bunun durumun yarattığı sonuçlar ile boğuşmak ve günü kurtarmaya çalışmak ise çözüme hizmet anlamına gelmiyor; her gelen yılın gideni aratmasından başka bir işe yaramıyor. Bundan sonrasının daha iyi olacağı yönündeki söylemler veya yapay zorlamalar artık kimseyi etkileyemiyor.