Siyaseten azil
Geçtiğimiz hafta Cumhuriyet tarihimizde bir ilk gerçekleşti. Anayasamıza göre partilerüstü konumu olan, partilerin iç işlerine, hükümetin icraatına ve güdeceği siyasete karışmaması gereken Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız seyahatte iken iktidar partisinin Merkez Karar ve Yürütme Kurulu’nda imza toplanmasına ve genel başkanın yerel teşkilatları görevden alma yetkisinin bu kurula verilmesine öncülük etti. Sonra da kendisini sarayına davet edip, yeni başkan seçmek için parti kongresi toplamasını ve görevden ayrılmasını talep etti. Anayasayı şimdilik değiştiremediğinden, fiili başkanlık sistemini uygulamaya çalışan Cumhurbaşkanımızın bu kadar kesin bir adım atmaktan kaçınacağı düşünüldüğünden, gelişmeler şaşkınlıkla izlendi.
Cumhurbaşkanımızın uzun süredir ülkenin en itibarlı ve en güçlü iki mevkiini tek bir göreve dönüştürerek bu görevi üstlenmeyi arzuladığı zaten biliniyor. Bunu hukuken yapmanın yolu başkanlık sistemine geçmek ama fikir iktidar partisi yanlıları arasında dahi yeterince destek bulmuyor. Dolayısıyla bir yandan anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa ulaşmanın şartlarını oluşturmak, diğer yandan da o aşamaya gelinceye kadar parlamenter sistemi başkanlık sistemiymiş gibi çalıştırmak, belki de parlamenter sistemin iyi işlemediğini göstermek gerekiyor. Bu mümkün olabilir mi? Sayın Davutoğlu ile yapılan ilk deneme başarısız oldu. Şimdi sorunların Başbakanımızın güçlü bir konumda olmayı istemesinden kaynaklandığını ima eden açıklamalar yapılıyor. O zaman çözüm, Cumhurbaşkanımıza daha itaatkar bir şahsiyetin göreve getirilmesinden geçiyor. Çözümün ilk bölümü tamamlandı ve Sayın Davutoğlu’nun görevden ayrılması sağlandı. Şimdi, daha muti ve sadık olduğu düşünülen bazı isimler üzerinde spekülasyon yapılıyor.
Acaba daha az iddialı bir başbakanın atanması ile sorun ortadan kalkacak mıdır, yoksa bir süre sonra onunla da sorunlar yaşanmaya mı başlanacaktır? Bence, eğer beklenmedik bir seçim olmazsa, ikincisi. Bir kere, bürokrasiyi çalıştırabilmeleri için başbakan ve bakanların mutlaka bir miktar özerk güce sahip olmaları gerekir. Buna sahip olmayan bir kabine bürokrasiye iş gördüremez. İkinci olarak, devletin günlük işleri sırasında başbakan ve bakanlar her dakika cumhurbaşkanından talimat alamaz. Onun onaylayacağını tahmin ettikleri sözler söylerler, işler yaparlar. Yanılabilirler, söz ve işlemlerini geri almak durumunda kalabilirler. Ancak, bazen direnmek mecburiyetini duyabilirler. Üçüncü olarak, cumhurbaşkanı sorusuz, onlar sorumludur. Hesap verme korkusu, her istenileni yapmaktan kaçınmaları ile sonuçlanabilir. Başka sebepler de var, ama bunlar önemlileri.
Cumhurbaşkanımız başbakanımızı siyaseten azletmiştir. Bu yoldan fiili başkanlığını sağlamlaştırmayı arzulamıştır. Bu yöntemin umduğu kadar iyi sonuç verip vermediğini hep birlikte göreceğiz.