Siyasetçilerin zor dönemi
Açıkça konuşmak gerekirse siyasetçi olmanın, yönetmeye talip olmanın da zorlaştığı bir dönem yaşıyoruz. ‘Neden?’ diyecek olursanız, siyasetçiler toplumdaki beklentileri karşılamak, insanları memnun etmek için ‘daha fazla’ harcama yapmak zorundalar.
Ücret ve maaşları artırmak, istihdam alanları açmak, eğitim, sağlık, adalet hizmetlerini kalitesini artırmak, her alanda yeni yeni yatırımlar yapmak, ekonomik büyümeyi sağlamak… Hepsi para ile oluyor. Hatta siyasetçiler bu yüzden günümüzün merkez bankaları ile anlaşamıyor.
Genel olarak harcamalarına, borçlanmalarına sınırlamalar getiriliyor. Örneğin bütçeler oluşturuluyor, gelir gider hesapları yapılıyor, açıklar sınırlandırılıyor, harcamalar kısılıyor vesaire. Yok harcamalar hesapsız sürüyorsa bu kez yeni vergiler getiriliyor, mevcutlar artırılıyor, denge bozuluyor, enflasyon sıçrıyor.
Mutsuzların sayısı artıyor. Üstelik bizim sorunumuz sadece yerel para cinsinden gelir giderin dengeli tutulmasıyla bitmiyor. İşin bir de ‘dış denge’ tarafı var. Teknolojik gelişmede geç kaldığımız için küresel rekabete uygun üretim yapamıyoruz.
Çabalasak da yaptıklarımız yetmiyor. Ha deyince, ihracat istediğimiz kadar artmıyor, yeterince döviz kazanamıyoruz. İhracatımızı artırmak için ithal etme zorunluluğu da döviz cinsinden açık vermemize yol açıyor. Sadece bu kadar değil. Bankacılık sistemimizin sığ olduğu onlarca yıldır konuşuluyor.
Geri dönüşü yılarca sürecek yatırımlar için para yetmiyor. Oysa gerekli makineleri en iyilerinden, yurt dışından almak, özel sektör olarak da borçlanmak zorundayız. Kamu açısından da benzer bir durum var. Kamu da onlarca yıldır borçlanarak yatırımlarını finanse ediyor. Böyle olunca döviz cinsinden borçlarımız da birikiyor.
Borç şişince, para satıcıları, borçların ödenme kabiliyetine bakıyor, notlar düşüyor, borçlanma maliyeti, risk primleri, sigorta masrafları artıyor. Sonuçta kazandığımız dövizler, ödediğimiz dövizlere yetmediği zaman krizlere muhatap oluyoruz. Kriz olduğu zaman da borçlanamıyoruz.
Bütün bunların dışında dış dünyaya fazlasıyla etkileşim içinde olan piyasalarımız var. Piyasalarda geçmişte hiç olmayan yeni yeni enstrümanlar var. Tahtalı işlemlerle başlayan borsa bugün ışık hızıyla alış satışlara sahne oluyor.
Bu kadar ‘açılmış’ olmak istikrarın sağlanmasını zorlaştırdığı gibi dışarı nezle olduğu zaman bizim zatürre geçirmemize yol açıyor. İşin jeopolitik tarafları da var. Ayrıca dünyanın değişen dengeleri, çatışmalar, savaşlar, vekalet savaşları, değişen güç dengeleri, ambargolar, cebri ithalat vergileri.
Baksanıza fırsat bulduğunda her aktör, rakibinin kolunu bükmeye çalışıyor. Özetle bugün bu kadar genç nüfusa sahip, beklentilerin yüksek olduğu bir ekonomiyi hangi ekip gelirse gelsin yönetmesi kolay değil.
Hele de yapısal değişim hiç kolay değil. Tekrar paraya dönecek olursak; bizim açımızdan bugün özellikle dövizde yaşananlar bugüne kadar sağlanan kazanımların önemini azaltıyor, kronik bir sorun olarak olumsuz senaryo yazanların elini güçlendiriyor. Ne yapacağız: Acilen aklımızı daha fazla kullanmak, normalleşmek, istikrarı sağlamak zorundayız.
Çünkü siyasetçi olmanın zor bir tercih olduğu böylesi bir dönemde ‘kazanmak’ da yetmiyor. Yönetilenlerin tamamı açısından sürdürülebilir bir ekonomik ve sosyal yaşamın koşullarını sağlamak hepsinden de fazla önem taşıyor. Çünkü ‘dışa açılma’nın bir sonucu olarak yönetilenler de dünyanın çeşitli yerlerindeki yaşam koşullarını görüyor, biliyor.