Siyaset ve ticaret
Fenerbahçe, Avrupa kupası ikinci maçı için Moskova’ya gittiğinde teknik direktör Pereira’ya bir Rus gazeteci Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya arasındaki olumsuz ilişkiler hakkında bir soru sormuş. Pereira da “Ben spor adamıyım buraya bir maç yapmaya geldik” demiş. Nedenini anlamadım ama Rus gazeteci “Ben siyasetçi değilim. Spor adamıyım. Bu siyasileri ilgilendirir” şeklindeki bir cevabı alkışlamış. Bence o gazeteci kendi abes sorusuna bir cevap aldığı için mutlu olmuştur. Başka ne diyecekti yani? Ama anlaşılan cevap beğenilmiş veya zaten kimsenin umuru değilmiş ki kazasız, belasız, hadisesiz maç oynanmış ve Fenerbahçe tur atlamış. Olası ki “Ben siyasetçi değilim. Spor adamıyım. Bu siyasileri ilgilendirir” cevabı işe yaramış.
O halde dış pazarlarda siyasi gelişmeler nedeniyle sıkıntı çeken iş adamlarımıza bir çözüm önerilebilir. Derhal oralara gitsinler ve “Ben siyasetçi değilim. Ticaret adamıyım. Bu siyasileri ilgilendirir” desinler ve işlerine baksınlar. Oralardaki iş ortakları bu yalın ifadeyi anlamayacak kadar dangalak değiller ya. Onlar da “Hakkaten ya! Ne güzel söyledin biz iş adamıyız bu işler bizi ilgilendirmez” diyerek eski hamam eski tas düzene dönerler. Gelgelelim işler pek öyle dönmüyor. Ülkelerin siyasi çıkarları ile ekonomik çıkarları bazen el ele dönüyor, bazen biri bir diğerine feda ediliyor. Bazen bu fedakarlık haklı bazen haksız, bazen akıllı bazen aptalca, bazen adil bazen de insafsızdır.
Ekonomik çıkarların siyasi çıkarlar uğruna feda edildiği örnek kadar bunun tersi yani siyasi çıkarların ekonomik çıkarlara feda edildiği vaka vardır. Bu vakaların sahipleri bazen aynı ülke de olabiliyor. Yani bir ülke, bir bakıyorsunuz ekonomik çıkarları için siyasi çıkarlarını ipotek ediyor, bir bakıyorsunuz aynı veya bir başka yerde tersini yapıyor. Bazı ülkeler daha tutarlı. Bu ülkeler bir öyle bir böyle yapmıyor. Ya ekonomik çıkarları doğrultusunda siyaset yapıyor veya siyasi çıkarlarını ön planda tutuyor. Bu tutarsızlık veya tutarlılığın nedenleri ülke yöneticilerinin cehalet veya enayilikleri değil tabii. Elbette beceriksiz kişilerin yönettiği ülkelerde tutarsızlık doğal olarak görülür ama mesele o kadar da basit değil. Ekonomi ve uluslararası siyaset arasındaki ilişki ülkelerin özellikle servet yaratma ve servet dağıtma konularındaki düzenleriyle ilgilidir. Yani içerdeki düzenlerinden ayıramazsınız. Bu söylediğimi anlamak için İngiltere’nin özellikle 1800 yılından sonraki ekonomi-politik duruşuyla Sovyetler Birliği’nin 1945 sonrası duruşunu bir karşılaştırsınlar. Söz gelimi, daha önce de bahsettiğim İngiliz East India şirketi tarafından idare edilen, bizim yanlış olarak İngiliz sömürgesi olarak bildiğimiz, Güney Asya alt kıtasının idaresine bir baksınlar. Ekonomi-Siyaset ilişkisi nasıl oluşuyor hemen göreceksiniz. Neyse, bu köşe ekonomi-politik köşesi olmadığı için bu kadar yetsin.
Siyasi gelişmelerin şirketlerin işlerine sekte vurduğu durumlarda ne yapacaksınız. Benim anladığım kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin son zamanlardaki dış siyasi girişimleri ile oluşan durumlar, özellikle Rusya ve Orta Doğudaki gelişmeler bazı sektörleri oldukça olumsuz etkilemiş ve etkilemeye devam edecek. Adım da ‘bilen’ adama çıkmış, tanıyan tanımayan soruyor. “Ne olacak” diye. Daha önce de yazmıştım. Vallahi bir fikrim yok. Şu olur, diyemem ama bazı analizler yapabilirim. Bu analizlerden bazı olasılıklar çıkarabilirim. Çıkarabilirim ama bu benim gibi bu konuda kafa yoran düzinelerle yazar ve çizerin çıkardığı olasılıklardan çok da farklı olmaz. O nedenle “Ben de yazdım” olsun diye ne felaket senaryoları yazacağım ne de bazıları gibi “Bir şey olmaz abi, Allah kerimdir” diyeceğim.
Şu veya bu nedenle bir dış pazarını kaybeden şirket ile iç pazar kaybeden bir şirketin yapacakları arasında hiçbir fark yoktur. Yapılacak şeyler bellidir. Öncelik ve genellikle ilk yapılacak şey; pazar kaybının nedeninin ve devamlılığının saptanmasıdır. Konumuz açısından pazar kaybının nedeni belli olduğuna göre saptanması gereken tek şey bu kaybın devamlılığıdır. Yani kayıp devamlı mıdır yoksa geçici bir durum mudur? Geçiciyse ne zaman düzelir? Bu soruların cevabının aranması gönüllere su serpmek değildir. Bir pazarı ele geçirmek ve elde tutmak emek ister, yani masrafı vardır. Pazarın elde tutulması için yani durum düzelene kadar ne kadar emek sarf edilecek, edilmeli bu kararın verilmesi gerekir. Çünkü bir pazar kaybedilince yapılacak şey ya başka pazarlar bulmak ya da eldeki pazarlarda büyümek ve/veya daha fazla kâr etmektir. Tüm bunlar emek ve kaynak ister. Kaybedilen pazarlardan ne kadar emek ve kaynak bu amaçlara harcanacak hesaplamak gerekir. Eğer kayıp kalıcı görünüyorsa olmayacak duaya amin demek yerine olacak bir dua bulunması daha doğru olacaktır. Olacak / olabilecek dualar da dediğim gibi ya yeni pazarlar ya da eldeki pazarlarda yapılacak girişimlerdir. Bu da söylemesi kolay yapması zor bir şeydir. Bu tür durumlarda eskiden, ve hatta halen, kota delmek, ikili anlaşmalardan yararlanmak falan için başka ülkelerde stratejik ortaklıklar kurarak başka ülke bandrolü ve ismiyle çalışan şirketler vardır ama bu çözümde her şirkete ve işe uygun değildir. Uygun olduğu hallerde zaten yapılıyor.
Yeni bir şey söylemediğimin farkındayım. Zaten söyleyecek fazla yeni bir şey de yok. Ülkeler de şirketler gibi girişimlerini enine boyuna analiz etmek zorunluluğundadırlar. Ekonomik ve dış siyasi çıkarlar her ülkede her zaman el ele yürümüyor. Ülkenin kısa ve uzun vade ekonomik çıkarlarıyla kısa ve uzun vade siyasi çıkarlarını çakıştırmak için siyasi ve ekonomik gündemi belirleyen veya belirlemesi gereken güçlerin oturup konuşmaları, bu analizi beraber yapmaları gerekir. Bu söylediğim de yeni değil ama çok önemli. Bu diyaloğun olmadığı yerlerde sıkıntı kaçınılmaz hale gelir. Söylenmesi gerekiyor da onun için söyledim.
Sağlıcakla kalın.