Siyaset "rodeo yarışı" gibi algılanmamalı
BUZDAĞININ DİBİ / Rüştü BOZKURT
Her kurum gibi "siyaset kurumu" da geleneklerle, göreneklerle, ilkelerle, kural ve yasalarla sınırları belli edilen "karşılıklı bağımlılık" ilişkilerine dayanır. Bu ilişkilerin özünde, toplumun sorunlarını "uygun biçimde çözme" vardır.
Siyaset, güç sorunlara çözüm arama, bulma, uygulama ve sonuç yaratma peşinde koşulduğu zaman değerlidir ve anlamlıdır.
Siyaseti "sorun çözmenin" ve "maddi ve kültürel zenginlik" yaratmanın aracı olarak görürsek itibarını yükseltiriz. O zaman iyi yetişmiş, kimliği oturmuş, kişiliği saygı uyandıran ve ilham veren olgunluğa ulaşmış insanlarımızın siyasete olan ilgileri artar.
Siyasetçi sorun çözerken "etkin liderlik" yapabilmek için yola çıkmalı.
Etkin lider olabilmek için "iş yapma metodu" gereklidir; metot paha biçilmez bir araçtır.
Herhangi bir insan, hangi eğitim-öğretim sürecinden geçmiş olursa olsun, bugünün dünyasında "her şeyi bilme" gibi bir lükse sahip değil.
Siyasetçi de her şeyi bilemeyeceğine göre, öncelikle "bilgiye ulaşma metodu" geliştirmiş olmalı.
"Metot, o kadar önemsizdir ki, sadece esası etkiler" özdeyişini akıldan hiç çıkarmayan bir siyasetçi, aklını ve enerjisini etkin kullanabilir; metotsuz yola çıkan ise enerjisini ciddi biçimde israf eder.
İyi bir metot, siyasetçiyi öncelikle toplumun isteklerine uygun çözüm üretmenin özünü oluşturan "tutarlı bakış açısına" taşır.
Bir siyaset insanı, yaptığı işi "rodeo yarışı" gibi algılayan bakış açısına sahipse, "…önemli olan bir yere gitmek değil, atın üzerinde durmaktır" diye tanımlıyorsa; onun siyasetinden yıllar sonra, yarışa önde başladığı ülkelerden, üç-beş kat gerilerde kalmış ülke çıkar.
Yasaya uyma kutsalımız olmalı
Eğer siyasetçi, "…yasaları bir kez çiğnemekle bir şey olmaz" diyebiliyor: bir adım sonrasında "…benim memurum işini bilir" demekte hiçbir sakınca görmüyorsa, kısa dönemde "…çok iş yapmış" gibi algılayanların alkışları göğsünü kabartabilir. Ayrıntı bilgisine erişenler, "yaratılan maddi zenginlik" ile "ilkesizliğin" yarattığı değer aşınmasının "çöküntülerini" karşılaştırdığında, ortaya nasıl bir sonuç çıkabilir bilmek zor. Kahramanlarımızın bir başka şeye dönüşme olasılığı hiç de az değil.
Siyaset kurumu, ilkeler, kurallar, yasalar ve kurumlarla toplum yaşamını düzenlemenin bir aracı olmalı. Çağdaş toplum, yüz yüze birincil ilişkileri, kurumlar aracılığı ile yürütülen anonim ikincil ilişkilere taşıma düzeyine ulaşmadır. Bir başka anlatımıyla, "hukuk sistemini egemen kılmaktır"
Bugün yaşanan birçok gelişmeden endişelenenlerin haklılık payı oldukça yüksek.
Hukuk sisteminin birinci ilkesi, "bireyler ve yönetim yasa karşısında eşittir" ilkesidir. Bir yasa dışı uygulama varsa, sokaktaki yurttaş da, ülkenin en zengin iş insanı da, bürokrasinin başı olan bir müsteşar da, siyasetten gelen bakanlar ve başbakanlar, ordu komutanları hep aynı uygulama ile karşılaşmalı.
İkinci ilke, yasaların iyiliğini, kötülüğünü, işlevsizliğini, uyumumu ve uyumsuzluğunu tartışmak ayrı bir konudur; yasalar yürürlükte kaldıkça uygulanması bambaşka bir konu. Bakıyorum, parti kapatmaya zemin hazırlayan yasalar yürürlükte iken, görevi o yasaları işletmek olan savcı sanki özel bir iş yapıyormuş gibi eleştirilerek hedef saptırılıyor. Biz, beğenmesek de beğensek de yasalar yürürlükte olduğu sürece ona uyumu beceremedikçe, çağdaş bireyi, toplulukları ve toplumu yaratamayız.
Üçüncüsü "yargının bağımsızlığı" konusudur. Yargı hem algı, hem bilgi, hem maddi hem de kültürel bakımından bağımsız davranacak donanıma sahip olmalı. Yargının bağımsızlığı konusunu etki-tepki bağlamında ele alırsa, olağanüstü koşullarda, "tek tip düşünce" bağlamında yapılanlarla ne farkı kalır? Geçmişte örnekleri çok görülen "tepki yasalarının" yarattığı "çözümsüzlüğü" yaratmaz mı? Bu da toplumun enerjisini boşa harcama anlamına gelmez mi?
Kimseden yana ve karşı olmadan
Kimseden yana ya da karşı olmadan, sadece kendimizi, çocuklarımızı, torunlarımızı, yakınlarımızı ve toplumumuzu daha çağdaş bir yaşama ulaştırma ölçüsünü kullanarak, "siyaset algılamasının" üzerine oturması gereken temelleri açık yürekle tartışmalıyız. Bugünkü sonucu hangi bilgi eksiklerimiz, hangi önyargılarımız, hangi kalıp düşüncelerimiz ve yerleşik doğrularımız yarattı?
Ve "ezberlerimizi bozmadan" daha güvenli bir geleceğe gidebilir miyiz?
Bir siyasetçi ve onun uygulamalarını derinliğine analiz etmeden, aklımızı ona emanet ederek peşinden sürüklendiğimizde, ortak günahın paydaşı olmaz mıyız?
Görüntülerin sağduyularımızı esir etmesi, akıl gözümüzü körletmesi,bizi insanlıktan uzaklaştırmaz mı?
Her sabah kendimize sorabilsek bu soruları… İnsanlığımız aşınmadan kurtulur, diye düşünüyorum…