Siyaset ekonomiyi ıskalatmasın

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yoğunlaşan siyasal konjonktürün ilk aşamasını geçtiğimiz pazar günü yapılan halk oylaması ile tamamladık. Sonucun oldukça net bir onay şeklinde çıkması, ayrıntılarda ortak paydadan uzaklaşma yönünde kaygıları artıran işaretler olsa da, toplumun değişim iradesinin ağır bastığını gösteriyor. Ne var ki zaten en önemli avantajlarımızdan biri olan sosyal dinamiklerin bir bakıma doğal sonucu olan bu durum, ortak çıkarlar temelinde temel bir toplumsal uzlaşma zeminine dönüştürülemezse, küresel konumlanma arayışında mesafe almamız zorlaşacak. Sorun, siyasal konjonktürü ekonominin önceliklerini perdelemeyecek bir ustalıkla yönetmek ve hatta bunu ortak hedeflere odaklanmakta bir kaldıraç gücü haline getirmekte.

Fırsat dönemi ve bölgesel rol

İki hafta önce 31 Ağustos 2010 tarihinde bu köşede demokratik yarışma süreçlerinin, batı ülkelerine oranla, temel sorunlara çözüm çabalarını ve toplumsal dinamikleri daha fazla yavaşlattığını, bunun da gelişmiş bir demokraside zaten varılmış olması gereken düzenin ana unsurları ve yerleşik sistemler konusundaki uzlaşmanın eksikliğinden kaynaklandığını belirtmiştik. Bu nedenle, aslında bireylerin yaratıcılıklarının ve inisiyatiflerinin gelişmesi için bir ön koşul olması itibariyle bir pozitif ayrışma faktörü sayılan demokrasi, ekonomik ve yapısal dönüşüm süreçlerini sekteye uğratan bir ayak bağı etkisi yaratabilir. Bugün dünya ekonomisinin yeniden şekillenmesinde Çin ile birlikte büyük rol oynayacağı kabul edilen Hindistan'ın benzer nedenlerle ekonomik hamlelerinde gecikmesinden şikâyet ettiğini Hintli dostlarımdan çok duyduğumu hatırlıyorum. Ama bunun, onların çok daha istikrarlı ve kalıcı bir başarı örneği yaratmalarının da önünü kesmediğini, hatta bunun temel dayanağı olduğunu da unutmamalı.

O halde yapılması gereken demokratik süreçlerin muhtemel olumsuz etkilerini mümkün olduğu kadar azaltmak, bunları daha çok ekonomik ve yapısal politika seçeneklerinin de tartışıldığı yapıcı rekabet platformlarına dönüştürmek.

Yeni küresel düzenin çok boyutlu sınavlarından başarıyla çıkmak için Türkiye'nin uğraşacağı çok sorun var. Ama aynı zamanda batı dünyasındaki toparlanmanın ilk tahminlerden daha uzun süreceğinin belli olmasıyla, yeterince uzun bir fırsat dönemi de önümüzde. Bu dönemde gelişmiş batı ile yükselen doğu arasında stratejik bir konumda bulunan Türkiye'nin, zayıflayan AB perspektifinin yanına "bölgesel güç olmak" gibi yeni bir çıpa koyma ihtimalinin giderek arttığı da anlaşılıyor. Bunun için ekonominin kırılgan temellerinin güçlendirilmesi ve demokratik ortak paydasının büyütülmesi, bölgesel rol modeli imajını desteklemek yönünden de, zorunlu hale geliyor.

Risklerde azalma yok

2010'un ilk yarısında, geçen yıldaki büyük daralmanın oluşturduğu baz etkisiyle, yaşanan ekonomik toparlanmanın hız kaybettiği, sözgelişi mevsimsel etkilerden arındırılmış sanayi üretimi artışının halen kriz öncesi düzeyinin oldukça gerisinde bulunduğu, bu artış ile işsizlik sorununun çözülmesinin zor olduğu belli. İç talepteki canlılık ta ithal mallarına yöneliyor ve dış ticaret açığını büyütüyor.

Dışsal nitelikteki riskler, özellikle enerji ve gıda fiyatlarındaki yükselme eğilimi, finansman ve ihracat kanallarında artan zorluklar ile birlikte ekonominin içsel ve yapısal kırılganlıklarına ilave kısıtlar yaratmakta. Yani sadece yapısal reformları geciktirmeden yürütmenin de yetmeyeceği, yeni gelişmeleri cevaplandıracak stratejilerin geliştirilmesi gereken bir durum ile karşı karşıyayız. Doğal kaynak avantajı olmayan bir ülke olarak, ekonomik istikrar ve sürdürülebilir dengeler yönünden fazla bir rehavet ve manevra alanımız yok. Ne mali disiplinden, ne de enflasyon kontrolünden vazgeçme lüksüne sahip değiliz.

Referandum sonrasına dikkat

Oysa önümüzdeki iki, hatta üç yılda önce genel seçimler, sonra da Cumhurbaşkanlığı ve yerel idare seçimleriyle sıcak kalacak bir siyasal konjonktür bizi bekliyor. Halk oylaması sonuçlarının tartışmaya yer bırakmayacak bir fark ile sonuçlanması ilk bakışta belirsizliği azaltacak gibi görünse de, bölgeler ve gelir grupları itibariyle ayrışmanın ve kutuplaşmanın artışı potansiyel bir risk oluşturuyor. Çünkü bu nedenle siyasal tansiyonun düşmemesi ve ekonomik gündeme odaklanmanın devreden çıkması söz konusu olabilir.

Kamu mali dengelerinin hem dolaylı vergi artışlarına dayanan enflasyonist ve sınırına dayanmış topal vergi bacağı, hem de yüksek siyasi tansiyonun baskısı altındaki harcama bacağı ile bozulma belirtileri göstermesi halinde, şimdiye kadar bir türlü tamamlayamadığımız sanayi ve tarım stratejisi açığını giderecek, yurtiçi katma değer ve ihracat odaklı bir yatırım hamlesini taşıyacak enerjiyi bulmakta zorluk çekebiliriz. Umalım ki halk oylamasında ortaya çıkan tercihi, ortak hedeflere yönelik bir ekonomik dönüşüm için toplumsal uzlaşma sürecine dönüştürecek yönetim başarısını gösterelim. Aksi takdirde çok değerli bir fırsat dönemini ıskalamış oluruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019