Siyasal üslupta frene basılmalı
İş dünyasının temsilcileriyle yaptığımız sohbetlerde giderek daha çok siyasal liderlerin birbirine karşı sert üsluplarının yarattığı olumsuzluk dile geliyor. Ekonomide gaz-fren tartışmasından çok daha önemli olanının siyasal üslupta frene basılması olduğunun altı sık sık çiziliyor. Liderlerin üslubunun yurt içinde gerilim ve olumsuzluk yaratırken, dışarıdan değerlendirmelerde de "risk"ler arasında sayıldığı belirtiliyor.
Bir süreden beri Anadolu ve İstanbullu işadamlarıyla sohbetlerimizde en çok üzerinde durulan ve olumsuz olarak görülen konuların başında siyasal üsluptaki sertlik, liderlerin birbirlerine karşı hiç empati içermeyen tutumları geliyor.
Geçen hafta sohbet ettiğim Anadolu'nun önemli kentlerinden birinden gelen bir dostum, bu konuda görüşünü dile getirirken, "Biz uzun bir süredir ekonomide gaz-fren konusunu tartıştık. Bakanlarımız arasında bile bu konuda farklı görüşler öne sürüldü. Ama bizim asıl ihtiyacımız olan siyasi liderlerimizin her konuda birbirlerine karşı en sert ve acımasız söylemleri. Bu sert üslupları hem toplumda gerginliğe yol açıyor, hem de, siyasetimizin dışarıya yansıması 'risk' algısına neden oluyor. Onun için siyasal üslupta gaz-fren konusu gündeme gelmeli ve mutlaka siyasal üslupta frene basılmalı" değerlendirmesini yaptı. Bunu son dönemde benzer cümlelerle iş dünyasının her kesiminden dinliyorum.
Zaten Fitch'in notumuzu yatırım yapılabilir seviye BBB-'ye yükseltirken yaptığı uyarılar içersinde en önemlisi "Siyasi risk eğilimi" olarak gösterildi. Cari açık ve tasarruf açığı gibi önemli ekonomik konuların yanına "Siyasal risk" eklendi. Aynı şekilde JCR Eurasia Rating'in değerlendirmesinde de "Siyasette şu anda var olan kısır gündemi aşacak içerikte geniş kapsamlı bir anayasa değişikliği yapılması her zaman Türkiye lehine olan siyasi gerilimleri azaltacaktır" denirken yine "siyasal risk" konusuna değiniliyordu.
Sohbetler sırasında bu konuda neler yapılması gerektiği dile getirilirken, "Siyasi lider söyleminde yumuşama nasıl olur?" sorusuna ilk verilen yanıt, "Parti liderlerinin Salı grup toplantılarından başlanmalı" önerisi oluyor. O toplantılarda liderlerin, aralarında partili amigoların yer aldığı, sadece alkışlayıcı topluluklar önünde, bağırarak yaptıkları konuşmaların sona erdirilmesi isteniyor. Bu toplantıların televizyonlarda art arda yayınlanmasının da toplumu gerdiği için sonlandırılmasını öneriyorlar. Bu toplantılardaki sert söylemler liderlere yakıştırılmazken, bunun hafta içine de yayıldığına inanılıyor. Liderlerin bu sert üsluplarının, parti sözcülerine de yansıdığı, bunun ülkede "empatiden uzaklaşma", "uzlaşma kültürünü terketme" sonucunu beraberinde getirip, toplumun bütün kesimlerinde "gerginliğe" yol açtığı iddia ediliyor.
Bu konudaki sohbetlerde, son yarım asrın en yapıcı üslubuna sahip siyasal liderlerinden rahmetli Erdal İnönü'nün birlikte olduğumuz bir toplantıda bana sorduğu akıl ve mantık dolu soruyu aktarıyorum: "Erdal Beyle birlikte yan yana otururken kürsüdeki hatip boyun damarlarının şişmesini fark edeceğimiz şekilde bağırarak konuşuyordu. Erdal Bey, bana dönüp "Osman Bey hatibin önündeki mikrofon sesi yükseltici bir alet değil midir?" Biraz da şaşırarak, "Evet yükseltir" yanıtını verdim. Erdal Bey bunun üzerine, "O zaman niye bağırıyorÖ" açıklamasını yaptı. Ben, siyasilerin ilk yapması gerekenin önlerinde mikrofon varken, "Bağırarak konuşmamaları" gerektiğine inancımı belirtiyorum.
Şu anda partililerin "Bizim başkan yanıtıyla nasıl oturttu?" söylemiyle davranmalarının ve liderlerin konuşmalarını bir dövüş halinde izlemelerinin de bu olumsuz siyasal üslubun olumsuzluğuna katkıda bulunduğu açık. Liderlerin yanı sıra onların da kendi lider desteklerini gözden geçirmeleri ve onların da frene basmaları gerekir.
Zaten bütün çevre ülkelerimizde bir sertlik ve çatışma yaşanırken, bunlar bizim ülkemizi de etkilerken, bir de bunun benzerini siyasal liderlerimizin söyleminde yaşamanın hiçbir anlamı olmadığı düşüncesinde olan iş dünyasının, bu düşüncesine katılmamamız elde değil...