Sistem değişti ama beklentiler aynı
Seçim sonrası ilk ayın dolmasına bir hafta kaldı. Ama şimdiden devletin kurumsal yapısının ve karar sürecinin tümüyle değiştiği yeni bir döneme girdiğimiz belli olmuş durumda. Güçler ayrılığı ve denge denetleme mekanizmalarının zafiyeti bağlamındaki eleştiriler bir yana bırakılırsa, yeni düzenin sorunlara ve özellikle ekonomideki acil gündeme nasıl yaklaşacağı, kısa vadede dengelerdeki tehlikeli bozulmayı krize yani sert kırılmaya dönüşmeden nasıl ve hangi politikalarla düzelteceği en büyük merak konusu. Aradan geçen zamanda Cumhurbaşkanı’nın kabinesi de, sadece dördü siyasi isimler olmak üzere, atandı. Yürütme’nin Cumhurbaşkanı’na yakın iç halkalar olan kurullar ve ofislerde görev alacak isimlerin de yakında açıklanması bekleniyor. Farklı birimler arasındaki ilişkilerin ve politika oluşturma ve uygulama aşamaları yönünden iş bölümünün netleşmesi için biraz zaman geçmesi gerekiyor. Ancak halen belirsizlikleri fiyatlamış piyasaların beklentilerinin yanıt bulması için politika ve uygulamaların süratle şekillenmesi şart. Bakanların siyasi kimlikli olanlarının isimleri ve yenilerin de tanınmamış olması, kararlar ve politikalar ile ilgili güven eksikliğinin en azından şimdilik devam etmesine yol açıyor. Hatta kredi derecelendirme şirketlerinin raporları, yeni dönemin ortaya çıkan bazı özelliklerinin yeni risklere ve güvensizlik unsurlarına yol açtığını vurguluyor.
Artan kırılganlık ve erken Fitch değerlendirmesi
Yeni yapıda yürütmenin daha hızlı ve esnek davranacağı açık. Ancak daha önemli olan kararların ve politikaların gerçekçi ve isabetli olması. Oysa şimdilik görülebilen sadece bakanların pozitif mesajlar içeren demeçleri. Başta Merkez Bankası’nın haftaya yapacağı faiz toplantısından çıkacak karar olmak üzere somut uygulamaların ortaya çıkmasına kadar yatırımcılar ve piyasa oyuncuları büyük olasılıkla pozisyonlarını değiştirmeyecek. Bu bağlamda, geçen yazımızda değindiğimiz gibi, artık sorunların ve gündemin de vadesinin kısaldığı, gözlemcilerin ve fon piyasalarının ilgisinin uzun erimli politika tasarımlarına değil, sıcak güncel darboğazların aşılması konusunda belirlenecek tutum ve kararlara yoğunlaşacağı unutulmamalı.
Gerçekten de dış borç stokunun milli gelirin yarısına ve ihracatın iki katına ulaşması, özel sektörün dış borçlarının da 250 milyar dolar düzeyine tırmanmakta oluşu, tıpkı 2000 öncesinde Uzakdoğu ülkelerinde oluşan finansal kriz gibi bir kırılganlık çağrıştırıyor. Döviz kurundaki artışın önü alınamazsa çok uzak olmayan bir gelecekte dış borçların milli geliri aşması gibi teknik olarak kriz anlamına gelecek bir akıbetten kaçınmak giderek güçleşebilir. Bu arada enflasyon ve borçlanma ile ilgili acil eylem gerektiren bu koşullarda, hükümetin maliye politikalarında ve bütçe disiplininde hareket yeteneğini sınırlandıracak yeni bir seçim baskısına, yerel seçimlere daha yedi ay gibi bir süre maruz kalacak olması da ayrı bir kaygı kaynağı.
Haziran’da 15 yıllık rekoru kırarak ÜFE’de %3, TÜFE’de %2.6’yı bulan enflasyon yıl bazında TÜFE’de %15’i aştı, ÜFE’de %24’e yaklaştı. 2017 sonundaki yaklaşık %12 enflasyonu bile uzunca bir süre arayacak gibiyiz. Çünkü temel bileşenler olan enerji, gıda, döviz kuru ve faiz artış trendinde; bozuk iç piyasa yapılanması da cabası. Kredi derecelendirme kuruluşlarından Fitch’in, tam da bu zorlu dönemin başlangıcında, elini fazla çabuk tutarak hem zaten yetersiz olan döviz cinsinden kredi notumuzu bir derece daha düşürmesi, hem de görünümü durağan’dan yeni indirimler gelebileceğinin işareti olan negatif’e çevirmesi de moral bozucu.
Hızlı bir eylem planı uygulamaya konmazsa diğer kuruluşlardan da benzer değerlendirmeler gelebilir. Fitch, cari açığın bu yıl milli gelirin %6’sını aşacağını, gelecek yıl ise enerji fiyatlarının düşmesi ve turizm’in canlanmasıyla %4’e gerileyeceğini öngörüyor. Ayrıca cari açık finansmanının, doğrudan yatırımlar mili gelirin %1’i ile sınırlı kalacağı için, borçlanmaya bağımlı kalacağını, mili gelirin %35’ i düzeyinde oluşacak net dış borcun aynı not düzeyindeki ülkelerin dört katı olduğunu vurguluyor; benzer asimetrinin enflasyon açısından da aynı nottakilerin iki katı olarak geçekleştiğinin altını çiziyor. Seçim sonrası kabine oluşumunda reformist isimlerin dışarıda bırakılması ve para otoritesi yasasında bağımsızlığı zayıflatan değişikliklerin, enflasyon ve büyümede kontrollü bir yumuşak iniş için ümit vermediğini belirtiyor. Bütçe açığının geçen yıla göre kötüleşerek %3’e, sıkılaşmanın ancak yerel seçimlerden sonra görülebileceğine işaret ediyor. Fitch, bu yılki dış finansman ihtiyacının 229 milyar dolara varacak fakat TCMB’nin döviz rezervlerinin 96 milyar dolar’a düşecek olmasını da bir risk göstergesi olarak niteliyor. Yüksek döviz açığının reel kesimi zorlayacağı, ekonomideki zorunlu yavaşlama ve faiz artışıyla zorlanacak olan Türk bankalarının da izlemeye alındığı raporda not ediliyor.
Beklentiler getiriye değil riske odaklı
Belli ki en acil sorun olan güven önceliği, yatırımcıların getiriden çok anaparanın geri dönüşüne odaklanmasına yol açmış görünüyor. Yani mevcut üretim kapasitesini gözardı ederek dolu dizgin büyüme tutkusu, döviz kurunun faiz esnekliğini ortadan kaldırmış ve piyasaları bekleyişe itmiş durumda. Siyasal planda, zaten pek matah olmayan çok tek adamlı Türk tipi parlamenter sistemden bir tek adamlı Türk tipi başkanlık sistemine geçişin acil ekonomik gündemi nasıl etkileyeceği ise henüz soru işareti.