Şirketlere neden avukat bulundurma zorunluluğu getirdik?
Büyümenin önündeki mikro engellerin kaldırılmasının Türkiye’nin sağlıklı ve yüksek bir büyüme patikasına oturması için elzem olduğunu bu köşede konuşmuştuk. Zaten böyle bir fikre karşı çıkacak kimse de yok.
Mesele o mikro engelleri belirleyip hızla ortadan kaldırmak ve şirketlerimizi gereksiz maliyetlerden kurtararak daha rekabetçi hale getirerek, istihdam yapmalarına ve büyüme üretmelerine köstek olmak yerine destek olmak. Bu, eğer sistematik bir çalışma dahilinde yapılırsa doğru olur. Ama sistematik olmasa da; on yıllardır dinamiklerimize eşlik eden mikro engeller ‘yakalandığı yerde’ ortadan kaldırılsa ekonomi açısından yine çok işe yarar.
Size bugün pratik bir bir mikro engel örneği vereceğim. Ama önce, bir esasın daha altını çizelim: bu ülkede büyüme istiyorsak bunu gerçekleştirecek aktör şirketlerdir. Büyümenin önündeki ‘mikro engel’ dediğiniz şey esasında şirketlerin üretim, satış ve büyümesini engelleyen, maliyetlerini bir fayda ortaya çıkartmadan artıran her türlü pürüzdür.
Örnek şu: Türkiye’de 250 bin liranın üzerinde sermayeye sahip her anonim şirketin sözleşmeli bir avukat bulundurma zorunluluğu var. Bu zorunluluk 1956 yılında çıkan bir kanundan kaynaklanıyor.
Şimdi düşünelim: Mesele şirketlere zorunlu ve ekonomik faydası olmayan maliyetler getirerek ‘haraca’ mı kesmek, yoksa önlerini açarak, şirketlerin maliyetlerini olabildiğince düşürerek küresel rekabette onları başarılı kılacak, istihdam ve büyüme oluşturacak ortamları mı hazırlamak? Karar sizin. Daha doğrusu karar kanun yapıcı olan parlementonun ve diğer karar alıcıların.
Bu tuhaf zorunluluk ile ilgili sorular soralım:
1- Bir ticari şirkete neden avukat bulundurma zorunluluğunu getiriyoruz? O şirket hukuk hizmetine ihtiyaç duyduğu zaman zaten bir hukukçuyla anlaşmıyor mu? Böyle bir ihtiyaç yoksa şirketi neden zorluyoruz. Eğer varsa, neden bu kararı şirket yöneticilerine bırakmıyoruz.
2- Aynı mantıkla, hukuk büroları ve avukatlara neden yanlarında iktisatçı, işletmeci ya da mühendis bulundurma zorunluluğunu getirmiyoruz? “Böylece mühendislerimize, işletmecilerimize, iktisatçılarımıza iş imkanı sağlamış oluruz” diyebilir miyiz?
3- Belli bir sermayenin üzerine bu tür zorunlu maliyetler getirerek sermayeleşme sürecine de balta vurmuş olmuyor muyuz?
Türkiye’de özellikle karar alıcılarımızın dayanması gereken temel ilke ‘pastanın büyütülmesi’ olmalı; küçük pastanın yasal zorunluluklarla gruplar arasında bölüştürülmesi değil. Pasta büyüdükçe herkesin payına düşen dilim zaten büyüyecek. Pasta küçük kalırsa hangi yasal zorunlulukla olursa olsun ‘bölüştürülen dilimler’ küçük kalacak.
Eskiden beri öğretmenlerimiz devletin kendilerine iş vermek zorunda olduğunu düşünürler. Şimdi daha niceleri. Yakın zamanda, meslektaşlarım olan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunlarından da ‘devlet bize de iş versin' e-mailleri gelmeye başladı. Devlet bu örnekteki avukatlar gibi, tek tek kesimlere rant alanı yaratırsa diğer kesimler de taleplerini artıracaklar.
Bakın bir ilimizin baro başkanlığından anonim şirketlere gönderilen, içinde ‘korkutucu’ unsurlar bulunan mektupta ne deniyor:
“1136 sayılı Avukatlık Yasası’nda değişiklik yapan 4767 sayılı kanunun 35. Maddesinde '29/6/1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 272. Maddesinde öngörülen … esas sermayesi bulunan anonim şirketler ile üye sayısı 100 veya daha fazla olan kooperatifler sözleşmeli bir avukat bulundurmak zorundadır. Bu fıkra hükmüne aykırı davranan kuruluşlara mahallin en büyük mülkiye amiri tarafından sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için, Sanayi sektöründe çalışan on altı yaşından büyük işçiler için suç tarihinde yürürlükte bulunan asgari ücertin bir aylık brüt tutarı kadar para cezası verilir. … Bu cezalar 21/7/1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre tehsil edilir…”
Mektubu gönderen Baro, şirketlere “sen ekonomik değer üretirken hangi zorluklarla karşılaşıyorsun, daha fazla değer üretmende biz avukatlar nasıl yardımcı oluruz” demiyor. “İhtiyacın olsa da olmasa da bir avukatla anlaşma yapıp ona para ödeyeceksin’ diyor.
Bu durum Türk şirketlerini uluslararası rekabette başarısızlaştıran bir çok ‘mikro engele’ bir örnek. Bunları ortadan kaldırmalıyız.