Şirketlerde vergiden kaçış yok…
Harun KAYNAK (Yeminli Mali Müşavi)
Başlığı gören hemen her okurun “zaten bu mümkün müydü ki?” dediğini duyar gibiyim. Aslında bu yazının konusu, yasal olmayan yollarla “vergi kaçırmak” veya mevzuatın izin verdiği ölçüde “vergiden kaçınmak” da değil. Asıl amaç, 28.07.2024 tarihinde Kurumlar Vergisi Kanunu’na eklenen 32/c maddesiyle ihdas edilen “yurtiçi asgari kurumlar vergisi” ve bu verginin oluşturacağı çarpıklıklar.
Herkesin bildiği bir gerçek şu ki; anonim ve limited şirketler gibi sermaye şirketleri kurumlar vergisine tabidir. Benzer şekilde; kooperatifler, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kamu iktisadi kuruluşları ve iş ortaklıkları da kurumlar vergisi mükellefidirler. Yani şahıslar dışında ana unsuru sermaye olan ticari organizasyonlar kurumlar vergisi öderler. Basit şekilde kurumlar vergisinin asıl muhatabının kurumsal sermaye sahipleri ve ana unsurunun ise sermayelerde meydana gelen artışlar olduğu söylenebilir.
Gelir vergisinden farklı olarak kurumlar vergisi kural olarak sabit oranlıdır. Yürürlükteki mevzuat gereğince, kurumlar vergisi mükellefleri, kazançları (sermayelerinde meydana getirdikleri artışın) üzerinden kural olarak %25 oranında vergilendirilirler. Bankalar başta olmak üzere bazı finansal kurumlar ile yap-işlet-devret ve kamu özel iş ortalığı modeli projelerini işleten şirketler gibi sınırlı sayıda kurumların kazançları ise %30 oranında vergilendirilirler. Sabit oranlar üzerinden vergilendirilmek, üzerinden vergi alınacak kazancın (“vergi matrahı”nın) belirlenmesi yönünden giderlerin ve vergi indirimlerinin etkisinin finansal olarak aynı olması sonucunu doğurur.
Gider ve indirimler vergi hesabında eksi kalem
Vergi matrahının belirlenmesinde giderlerin hesaba katılma gerekçesi vergilendirilecek kazancın elde edilmesinde etkilerinin olmasıdır. Vergi matrahından düşülmesine izin verilen bağış ve yardımlar gibi indirimler ise genellikle sosyal gerekçelerle vergi kanunlarında yer alırlar. Sermaye şirketleri başta olmak üzere kurumlar vergisi mükelleflerinde asıl olan sermaye olduğundan, sermayeyi azaltan nitelikte olmaları dolayısıyla gider ve indirimler vergi hesabında eksi kalem olarak dikkate alınmak zorundadırlar. Gider ve indirimler vergi matrahından düşülemezlerse, buradan ödenen vergiye kurumlar vergisi denemez.
Teorik tartışmayı beraberinde getiriyor
Bu genel perspektif içerisinde, adında “asgari” ifadesi olsa dahi bir kısım gider ve indirimleri dikkate almayan bir verginin adı “kurumlar vergisi” olamaz. Zira kazanç denilen şey gelirlerden gider ve indirimlerin kural olarak tamamının düşülmesinden sonra ortaya çıkar. Hal böyleyken, gider ve indirimlerin önemli bir kısmını dikkate almayan “asgari kurumlar vergisi” düzenlemesinin “kurumlar vergisi kanunu” içerisinde yer alması teorik bir tartışmayı da beraberinde getirir. Düşünün bir kere, yatırım yapıyorsunuz ve bunu da krediyle finanse etmeniz gerekiyor. Bu yatırımın para getirmeye başlamadan ve en azından kredilerin giderlerini belirli düzeyde ödemiş olmadan kurumlar vergisi ödemeniz normal şartlarda beklenemez. Ancak böyle bir yatırımı yapsanız dahi 2025 yılından itibaren %10 oranında “asgari kurumlar vergisi” ödeyeceksiniz. Yatırım tamamlanmadan ve işletmeye alınmadan önce ödenen bu vergiye kazancın vergisi diyebilir misiniz? Benzer şekilde, işleriniz açılmadığından personelinize ödediğiniz ücretlerin, muhatap kaldığınız cari giderlerin bir kısmını gider olarak dikkate alamayacak olmanız ne kadar doğru olur? Finansman gideri kısıtlaması gibi kurumlar vergisi sistematiğinde birkaç yıldır yer alan bir çıbanın varlığı devam ederken, üzerine bir de “asgari kurumlar vergisi”nin çıkması çabası oldu. Konjonktürel olarak, artan kamu harcamalarının finansmanının daha çok öncelenmesinden olsa gerek, vergi mevzuatında yakın zamanlarda yapılan değişiklikler giderek vergilerin sosyal etkilerinin dışlandığı bir hal alıyor.
Geçmiş yılların zararı dikkate alınmayacak
Asgari kurumlar vergisi düzenlemesinin vergi sistematiğinde açtığı asıl yara “geçmiş yıllar zararlarını” hiç dikkate almayışı olsa gerek. Kurumlar vergisi yönünden, 5 yıl öncesine kadar oluşmuş geçmiş yıllar zararlarının cari yılın vergi matrahından düşülmesinin son derece doğru bir hukuki gerekçesi vardır aslında. Sermayedeki artışlar üzerinden alınmayı hedef tutan bir verginin (kurumlar vergisinin) sermayedeki azalışları da telafi etmeye yetecek bir döneme izin vermesi gerekir. Buna göre, normal faaliyetler devam ederken geçmişe doğru beş yıl içerisinde oluşmuş sermaye azalışlarının beş yıllık dönemde sermayedeki artışlarla kompanse edilmesi beklenir. Bir başka ifadeyle, faaliyetlerin sonucu olarak sermayede meydana gelen eksiliş beş yıl içerisinde karşılanmadan kurumlar vergisi ödenmemesi asıldır. Bu gerçeğe rağmen, asgari kurumlar vergisi hesaplanırken “geçmiş yıllar zararları”nın dikkate alınmayacağı Kanun metninde açıkça ifade edilmiştir. Bu durum, yeni bir yatırıma girmeniz nedeniyle finansman giderleriniz ve yeni yatırımdan dolayı artan amortisman giderleriniz nedeniyle veya yeni işler alamasanız dahi muhatap kalacağınız giderler dolayısıyla kazancınız çıkmasa da en geç izleyen yıldan itibaren % 10 oranında vergi ödemek durumunda kalacaksınız anlamına gelir. Ekonominin daralma dönemlerinde finansman maliyeti de yükseldiği de dikkate alındığında, bu genel görüntünün piyasalarda yatırım yapmayı azaltan bir etkiye yol açacağı kesin gibi.
Sınırlı sayıda bazı gider ve indirimlerin asgari kurumlar vergisi matrahından düşülmesi ve yeni kurulan şirketlerin ilk üç yıl içerisinde asgari kurumlar vergisine tabi tutulmayacak olması gibi, sistemde olumlu unsurlar da yok değil. Ancak bu unsurlara rağmen “asgari kurumlar vergisi” düzenlemesinin vergi sisteminde açtığı yara ve oluşturduğu çarpıklıklar genel görüntü içerisinde çok daha baskın. Uygulamanın başlayacağı 2025 yılının ilk aylarında asgari kurumlar vergisinin daha çok konuşulacağını düşünüyoruz. Bekleyelim, görelim.