Şirketinizin kaderini elinize alın
Geçtiğimiz gün, çok değerli iş insanı bir dostum beni aradı biraz sohbet ettik. Kendisinin yüzlerce kişinin çalıştığı bir iş yeri var. Üretim ve ihracat odaklı çalışıyor. “Hocam yazılarını takip ediyorum, patronlar olarak kuru, faizi, siyasi gelişmeleri takip etmeyi bırakın, şirkete odaklanın diyorsun.
Bir yandan da bazı yazılarında patronlar işin içine fazla gömülmesin, işin tepesinde kalsın, işe makro baksın diyorsun. Peki biz ne iş yapalım, neyi takip edelim?” diye biraz da takılarak sordu.
Aslında harika bir soru. Evet, bir yandan ekonomiye ah vah etmeyi bırakın, kaybedecek bir dakikanız yok, şirketin strateji ve operasyonlarına odaklanın diyorum, diğer taraftan operasyona da fazla girmeyin, enerjinizi tamamen oraya da harcamayın stratejik seviyede kalın diyorum. Peki bu mümkün mü? Aslında mümkün. Doğru bir yönetim sistemine sahip olursanız, hem tepede kalır, şirketi geleceğe taşıyacak stratejileri üretir, hem de bunların icra tarafından nasıl uygulandığını izleyebilirsiniz. Ancak etkili bir yönetim sisteminiz yoksa, stratejiyi belirler, kendiniz icra etmeye çalışır, hatta operasyonel kararlar vermek zorunda kalırsınız!
Patronlar olarak nasıl liderlik etmeliyiz?
Baştan başlayalım. Öncelikle bir patronun odaklanması gereken konu makroekonomi, siyaset veya operasyon değil; müşteri, pazarlar, stratejiler, stratejinin icrası, yönetişim ve nihayetinde performans yani sonuçlardır. Ekonomi kontrol edilebilen bir faktör değil. Ama stratejiler, yönetişim, icra performansı ve sonuçlar kontrol edilebilen, en azından etki etme imkânı olan işler. Patronun operasyona girmesi ve orada kalması da şirketler için fazla lüks. Patron işin içinde kalırsa, kim işin üstünde kalıp, makro bakıp, geleceğe yön verecek?
Konjonktürel yönetim bitti
Türkiye’de bu son yirmi senede çok sorun olmadı, çünkü hem göreli siyasi istikrar hem dünyadaki fazla likidite hem de ülkedeki düşük faiz ve tüketim odaklı politikalar şirketin stratejik yönetilmesine gerek bırakmadı. Konjonktür şirketleri büyüttü! Değişim ve değişme adaptasyon kaçınılmaz. Yönetim işi, şirketlerin yönetim biçimleri dünyada değişti. Biz aşırı likidite bolluğu ve ucuz finansman dönemi nedeniyle hissetmedik. Anlamadık. Şimdi ne oluyor diyoruz? İnanın Uzak Doğu ve Doğu Avrupa rekabeti öyle artacak, bir yandan da teknolojik yıkım süreci bastıracak ki, 5-6 seneye konjonktürel yönetilen hiçbir şirket ortada kalmayacak.
Tam burada bir söz söylemek istiyorum; başka yerlerde duyarsanız bilin ki bana ait. “Konjonktürle yönetip başarı kazanan, gün gelir konjonktürle yönetilir ve kaybeder!” Yani işler iyi iken sorun yok, dalgayı yakala ve ilerle. Ama rüzgâr tersten eserse, sonuçlara katlanırsın. Neden? Çünkü konjonktürel yönetim demek etkin, katkın yok demek. Uygun maliyetli borçla operasyonu, büyümeyi finanse et demek.
Oysa, Merkez Bankası ne zaman faiz indirir ve biz ne zaman ucuz kredi almaya başlarız yerine, bizim sektör nereye gidiyor, yenilikler neler, müşteri beklentileri nasıl değişir, temel yeteneklerimiz bu değişme hazır mı, neyi rakiplerden farklı yaparız, fiyat rekabetinden nasıl sıyrılırız diye düşünmeniz ve stratejiler ortaya koyarak yönetmeniz lazım.
Operasyonel verimlilik ve hız için değer zincirini müşteriden geriye yeniden yapılandırmanız, dijital hale getirmeniz lazım. Kişilere değil, sisteme bağlı çalışmanız lazım. Sabahtan akşama kadar ekonomistleri dinlemek yerine mesela risk yönetimi, iç kontrol ve iç denetim konularını öğrenebilir, bunlara yatırım yapabilirsiniz. Çok maliyetli değil inanın. Yönetişime odaklanabilirsiniz. Yönetim kurulumu nasıl güçlendiririm diye düşünebilirsiniz.
Konjonktürel yönetim artık bitti. Devir artık stratejik yönetişim devri!