Şirket gibi devlet

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ [email protected]

Sayın Cumhurbaşkanı geçtiğimiz aylarda “Devlet anonim şirket gibi yönetilmelidir” demişti. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bundan ne kastettiğini tam bilmiyorum ama bu bana ‘Harvard Extension School’ da hocalık yaptığım sıralarda patronunun “Burası devlet mi?” diye azarladığı Güney Amerikalı bir öğrencimin “Bu ne demek?” sorusunu anımsattı. Genç bayan ‘işletmecilik açısından devletin şirket gibi; şirketin devlet gibi yönetilmesi gibi bir ayırımın anlamı var mıdır acaba? diye soruyordu. Devletin şirket gibi yönetilip yönetilemeyeceği konusu benim üstüme vazife değil. Ancak, şirketlerin yönetilmeleri konusuna biraz aklım erer. Kültür konusunda sohbet ederken bu konu nereden çıktı diye soruyorsanız, maalesef önümüzdeki haftaya kadar beklemek zorunda kalacaksınız. Konu yazı işlerinden bana verilen yere sığmayacak. 

Okurlar sıkıldılar belki ama önce yönetim ne demek bir hatırlayalım. Çeşitli yazılarımda yönetimi şirketin stratejisini tasarlamak ve bu stratejinin uygulanması için pazarlama ve üretim işlevlerinin gereksinim duyacağı insan, mali, tesis ve altyapı, stratejik işbirlikleri ve bağlar ile enformasyon ve know-how kaynaklarını planlamak, tedarik ve tahsis ederek kullanımlarını denetlemek olarak vermiştim. 

Önce devleti yönetenlerin işleri bundan farklı mı? Ona bir bakalım. Eğer devleti yönetenler ülkenin üretimi ve üretimini sunması (içerde ve dışarda) gereken kaynakları idare ediyorlarsa farklı değil. Farklılık acaba amaçlarda mı? Şirketleri yönetenlerin amacı kaynakların başka kullanımlarından elde edebilecekleri dönüşümden fazlasını elde etmek olduğuna göre devleti yönetenlerin amacı başka olabilir mi? Eğer siz de benim gibi düşünüyorsanız ne yapılan işte ne de amaçlarda büyük bir farklılık görememişsinizdir. Gerçekten de yapılan iş ve işin amacı açılarından bir fark yoktur. Fark görememişsinizdir ama içinizden bir ses de “Olur mu yahu bir fark olması gerekir” diyerek sizi rahatsız etmiştir. Vardır elbette. Bir farklılık işin kimin işin yapıldığı olabilir. Şirket yöneticileri şirketin çalışmalarından kendilerine, pay sahiplerine, ortaklarına, çalışanlarına yarar sağlamak gibi nedenlerle hareket ederler. Devleti yönetenler ise toplumun kısa ama daha çok uzun vadede sürdürülebilir refahı için çalışmak durumundadırlar. Ama bu da çok önemli bir fark gibi gözükmüyor. Acaba farklılık işlerin yapılışında mı? Başka bir deyişle devleti yönetenlerle şirketleri yönetenler başka yöntemler mi kullanıyorlar? Fark o da değil gibi. Kaynaklar konusunda rasyonel karar vermeye yardımcı olacak yöntemler kimin kullandığına bağlı olarak değişmez. Yani yöntemlerde bir farklılık da olmaması lazım. Gerçekten de yoktur. Peki içinizdeki ses neden hala susmuyor?
Ekonomik açıdan ülkelerin başlıca iki uğraşı vardır. Servet yaratmak ve servet dağıtmak. Servet yaratamazsanız dağıtacak bir şey olmadığından sıkıntı doğar. ‘Merkezi’ veya sosyalist ve bazen de hatalı olarak planlı (liberal ekonomilerin de planları vardır) ekonomiler olarak adlandırdığımız rejimlerde ise devlet hem servet yaratma hem de serveti dağıtma işiyle uğraşır. Sovyetler rejimi dağıtım konusundaki hassasiyetini ve hatta başarısını (servetin adilce nasıl dağıtılacağını hesaplamaya yarayan hemen tüm bilimsel yöntemleri sosyalist iktisatçılar bulmuştur) servet yaratmada gösteremeyince çöktü. ‘Liberal’ veya ‘kapitalist’ diye adlandırdığımız rejimlerde devlet servet yaratma işini özel sektöre bırakır enerjisini servet dağıtımına harcar. Yaratılan servetin toplumun tüm kesimlerine adilane bir şekilde dağıtılmadığı durumlarda ise rejimler yine sıkıntıya düşerler. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ülkemiz, çaresizlikten, devlete hem servet yaratma hem serveti dağıtma görevini veren bir rejime sahipti. Yıllar içinde 2. Dünya Harbi'nden sonra özel sektörün servet yaratma işindeki ağırlığı dünyanın her tarafında arttı. Türkiye’de 1950’den sonraları başlayan bir akım, 1980’den sonra ve son 10 yıllarda ivme kazanarak servet yaratma işini giderek özel sektöre terk ediyor görünümüne kavuştu. Zamanımızda başat eğilim devletlerin ilke olarak servet yaratımından ellerini çekerek servetin dağıtımına odaklanmaları. Devleti yönetenler bir yandan servetin yaratılması için gereken koşulları sağlamaya çalışırlarken, diğer taraftan yaratılan servetin topluma adil bir şekilde dağıtımı işiyle uğraşmak zorundalar. Başka bir deyişle devleti yönetenler bir yanda ülkenin insan gücü, mali, tesis ve altyapı, stratejik işbirlikleri ve bağlar ile enformasyon ve know-how kaynaklarını hem arttırma ve kalitesini yükseltme diğer yanda da bunların dağıtımı ve üretime ve sunuma dönüşümünü adilane bir şekilde düzenleme işiyle yükümlüdürler. Peki şirket yönetenlerle devleti yönetenler bu açıdan farklılar mı? Aslında hayır. 

Fark işlerde, işlerin yapılma nedenlerinde, metotlarda değil. Fark kullanılan kural ve normlarda. Bu büyük çapta kültürel konuya önümüzdeki hafta değineceğim. O zamana kadar özellikle İngilizce bilen okurlarımın bu lisanda kullanılan ama Türkçe tam karşılıkları olmadıkları için birbirleriyle karıştırılan May-May Not, Can-Can Not; Should-Should Not; Must-Must Not kavramlarını düşünmelerini rica ediyorum. 
Sağlıcakla kalın.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019