Şirket bölünmesi vergisel teşvik görmeli mi?

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

YRD. DOÇ. DR. Yusuf İLERİ

Sony’nin patronu Akio Morita, “Japonya Hayır Diyebilir” adlı kitabında, “Amerikalılar, şirket birleştirme ve satın alma ameliyeleriyle iyi para kazanıyorlar; ama yeni şeyler üretmeyi artık bilmiyorlar. Biz önümüzdeki on yılın tasarımını yaparken, onlar gelecek on dakika içinde yapacakları kârdan başka bir şeyle ilgilenmiyorlar. Böyle gittiği için Amerika ekonomisi bir hayalet haline geldi,” tespitini yapıyor. Morita’nın yaşama veda ettiği 1999’a gelindiğinde dünya ölçeğinde şirket birleşmeleri 3,1 trilyon dolarlık bir rakama ulaştı. Thomson Financial Securities Data’ya göre, bu değerin yüzde 47’si ABD, yüzde 38’i AB ülkelerinde gerçekleşti. Kalan yüzde 15’inin gerçekleştiği “gelişmekte olan ülkeler” başlığıyla değerlendirilen ülkelerde, sadece 1991-1999 yılları arasında yabancı sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, birleşme ve bölünme konulu 1035 yasa çıkarılmıştır.

Ülkemizde, şirket bölünme ve satın almalarındaki kazançları vergi dışı tutan en önemli yasal düzenleme “Tam bölünme”, “Kısmi bölünme ve “Hisse değişimi” başlıklarını taşır. Yasal düzenlemenin gerekçesine, “şirketleri yeniden yapılandırmak, beli alanlara yoğunlaşarak uzmanlaşmayı sağlamak böylece verimli ve kârlı kuruluşlar haline getirmek” yazıldı. Ne var ki aradan uzun onaltı yıl geçtiği halde istisnanın etki alanına, ne getirip ne götürdüğüne dair bir veri yok. Bugünlerde, Maliye Bakanlığı, ülkenin vergilerini toplayan kurum hassasiyetiyle mevzuatın elverdiği ölçüde kısmı bölünmeyle bağlantılı bir vergilendirmeye yöneldi. Bu amaçla hazırladığı 13 Seri No. lu Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK) Tebliğ Taslağı, bakanlığın resmi internet sitesinde bir süredir askıdadır.

Önemle belirtmek gerekir ki, bu vergileme kısmı bölünme sonucundan doğmaktaysa da, dayanağı ya da nedeni kısmı bölünmeye ilişkin hükümler değildir. Kısmi bölünmenin düzenlendiği KVK’nın 19 ve 20’inci maddeleri, devredilen varlıklara karşılık edinilen devralınan şirket hisselerinin mülkiyetinde izlenecek yolu belirlerken, bu hisselerin devreden şirkette kalabileceği gibi devreden şirketin ortaklarına da verilebileceği yönünde ikili bir seçenek sunmuştur. İşte devralan şirket hisselerinin devreden şirket ortaklarına verilmesi halinde ortaya ilginç bir vergilendirme hikayesi çıkıyor. Bunun nedeni şirket ortaklarına verilen hisseler kadar sermaye azatlımı yapılması gereğidir. Zira hem hisseler hem de hisselerin karşılığı olan değerler işletmeden çekilmiş, şirketin sermayesi azalmıştır. Ancak sermaye azaltımı da bir başına vergisel sonuç doğuran bir işlem değildir. Bu noktada vergilendirmenin seyrini şirkette çekilen sermayenin bileşenleri belirlemektedir.

Sermayeyi bir ırmağa benzetirsek, nasıl ki ırmağın içine karışan dereleri artık ayırmak mümkün değilse, aynı şekilde azaltılan sermayenin, sermaye bileşenlerinden hangisini olduğunu belirleyen objektif bir veri, ölçü ve kıstas yoktur. Şayet azaltılan sermaye, pay sahiplerinin işletmeye koyduğu değerler ise vergiye tabi olmayacak, diğer hesaplardan kaynaklanıyorsa vergiye tabi olacaktır. Yasalarımızda da herhangi bir sıralama belirlenmeyince, verginin aktif tarafı olan vergi idaresi devreye girmektedir.

Maliye Bakanlığı’nın askıdaki tebliğ taslağı ile azaltılan sermayeyi yüksek vergi yükü doğuracak kalemlerden vergi doğurmayan hesaplara göre sıralamıştır. Bakanlık; önceliği kurumlar vergisine ve kar dağıtımına bağlı vergi kesintisine tabi tutulacak hesaplara (pasif kalemlere ait enfl asyon fark hesapları, yeniden değerleme değer artış fonu, iştirakler yeniden değerleme değer artış fonu, maliyet artış fonu vb.) vermiştir. Bu durumda vergi yükü teorik olarak yüzde 32’ye varabilmektedir. Bir sonraki sırayı sadece kar dağıtımına bağlı vergi kesintisine tabi tutulacak hesaplar (geçmiş yıl kârları, olağanüstü yedekler vb.) almıştır. Bu vergilemede yük yüzde 15’e yaklaşabilmektedir. Son olarak vergiye tabi olmayan ayni ve nakdi sermeyenin işletmeden çekildiğini kabul etmiştir. Belirtmek gerekir ki, Gelir İdaresi’nin bu uygulaması ilk değildir. Şirketlerin kendi hisselerini satın alması gibi başka konularda da bu yönde özelgeler vermiştir.

Dikkat edilirse sorun, azaltılan sermayenin hangi kalemlerden kaynaklandığının belirlenmemesinden kaynaklanmaktadır. Gözden kaçırılmamsı gerekir ki, hisselerin işletmede tutma seçeneği verildiği halde, vergilendirme yaratmayan bu yol tercih edilmemiştir. Vergi İdaresinin bu uygulamasına getirilen eleştirilerin odağında ise, azaltılan sermayeyi bir oranlamayla tüm bileşenlerine pay vererek tespitinin daha da makul olacağı yaklaşımı yatmaktadır. Bu tartışmanın sonlandırılması kamu yararı eksenli vergi idaresi uygulamasının bir yasa hükmüne dönüştürülmesine bağlıdır. Konunun mihenk noktası ise, tam bölünme, kısmi bölünme ve hisse değişimi ile vazgeçilen vergiler karşılığında ülke ekonomisinin katma değer sağlayıp sağlamadığıdır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar