Sınıfsal kalkınma
İklim finansmanı, küresel ısınmanın çözümüne yönelik hayati bir kaynak. Ancak bu finansman, ironik şekilde, iklim değişikliğinin en ağır sonuçlarıyla karşı karşıya kalan ülkelere ulaşamıyor. Aksine, gezegenin bu krizine en az katkıda bulunan Sahra Altı Afrika ve benzeri bölgeler, küresel iklim fonlarından yalnızca kırıntılarla yetinmek zorunda kalıyor. Küresel iklim fonları İngiltere, ABD ve Avrupa Birliği'nde yoğunlaşıyor. Sussex Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Birleşik Krallık bu fonların yüzde 40’ını, Avrupa Birliği yüzde 27’sini ve ABD yüzde 11’ini elinde bulunduruyor. Bu üç büyük ekonomi, dünyadaki iklim finansmanının yüzde 80’ini kontrol ediyor ve geri kalan ülkeler, bu devasa pastadan küçük bir pay alıyor. Buna karşın, gelişmekte olan ülkeler sıcaklık artışı, yağış düzensizlikleri ve tarımsal verimde keskin düşüşlerle boğuşuyor. Peki gezegenin farklı köşelerinde gelişmiş ülkeler için durum nasıl?
1,90 doların altında yaşayan 400 milyon insan
Lüks bir yat düşünün: bir insanın tüm yaşamı boyunca üreteceği karbon salınımından çok daha fazlasını sadece birkaç hafta içinde atmosfere salabilir. Özel jetler ve kişisel ulaşım araçları ise bu durumu katlayarak adeta bir karbon fırtınasına yol açıyor. Bu araçlar, sadece birer prestij sembolü değil, aynı zamanda gezegenin ekolojik bütçesini hızla tüketen, devasa karbon ayak izleri yaratan çevresel yükler. Söz gelimi Kylie Jenner’ın 17 dakikalık özel jet uçuşu, sıradan bir insanın iki haftalık karbon emisyonuna denk geliyor. Roman Abramovich’in süper yatı "Eclipse," sıradan bir insanın 200 yılda salacağı karbonu bir yılda atmosfere yayıyor. Prens Harry ve Meghan Markle’ın özel jet yolculukları ticari uçuşlardan 10 kat daha fazla karbon salıyor. Eğer dünyanın geri kalan kısmı, ortalama bir milyarderin sahip olduğu yaşam tarzını benimseme imkânına sahip olsaydı, gezegenin karbon bütçesi yalnızca iki gün içinde tükenirdi. Diğer yandan zengin ve yoksul toplumlar arasındaki karbon farkı, sınıfsal olarak derinleşirken, Sahra Altı Afrika gibi bölgelerde tarımsal verimin düşüşüne bağlı olarak; gelir kaybı, çocuklarda yetersiz beslenme ve kadınların üzerindeki iş yükü giderek artıyor. Bölgede, günlük 1,90 doların altında yaşamaya çalışan 400 milyonu aşkın insan var.
Karbon eşitsizliği ve kalkınma paradoksu
En zengin yüzde 1’lik kesim, dünya nüfusunun üçte ikisini oluşturan 5 milyar insandan daha fazla karbon emisyonu üretiyor. Bu sınıf, havada ve denizde aşırı lüks araçlar kullanırken, fakir ülkelerde yaşayan insanlar iklim krizinin yarattığı kuraklık, sel ve diğer felaketlerle baş etmeye çalışıyor. Üstelik bu insanlar, küresel ısınmaya en az katkıda bulunan ve küresel iklim finansmanından en az pay alan kesim. Oxfam’ın analizine göre, en zengin yüzde 1’in tüketim emisyonları, 2015 ile 2019 yılları arasında 1,5 milyon fazla ölüme neden oldu. Bu ölümler, artan sıcaklıklar, gıda güvensizliği ve yoksulluk gibi nedenlerle gerçekleşti. Ayrıca, son 30 yılda bu kesimin tüketim alışkanlıkları, küresel ekonomik çıktıyı 2,9 trilyon dolar azalttı ve yıllık 14,5 milyon insanın kalorifik ihtiyacına eşdeğer ürün kaybına yol açtı. Bir yanda milyarlarca insan; su kaynaklarının tükenmesi, gıda güvensizliği ve yoksullukla baş etmeye çalışırken diğer yanda en zengin yüzde 1, dünyanın ekolojik bütçesini birkaç gün içinde tüketebilecek kadar yüksek karbon ayak izi bırakıyor. Bu uçurum, yalnızca gelir veya yaşam tarzı farkının değil; aynı zamanda hak ve sorumlulukların dağılımındaki büyük adaletsizliğin açık bir göstergesi. Mücadelede en savunmasız olanlar en ağır bedeli ödüyor. Her geçen gün daha fazla "lüks" adına yok edilen bu kaynaklar, belki de insanlığın elindeki son yaşam iplikleri. Bu dengesizliğin sürmesi halinde, dünyayı gelecekte kimler ve hangi koşullarda yaşanabilir bulacak?