Şimdi sıra bizim takımda sendromundan kurtulmak

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Kamuoyumuzu bir süredir Türkiye Bilimler Akademisi ile ilgili tartışmalar işgal ediyor. Sorunun özünde, yasada yapılan değişiklikle, kendi üyelerini kendisi belirlemesi gereken bir kurumun müstakbel üyelerini belirleyecek heyetin bir bölümünün siyasi iktidar tarafından atanması yatıyor. Eleştirilerde, bilim alanında sivrilmiş kişilerden oluşan Akademi'ye siyasi müdahalenin gireceği, bilimsel nitelikleri güçlü olmayan ama siyasi iktidarla düşünce yakınlıkları olan kadroların kuruluşa hakim olacağı endişesi dile getiriliyor.

Kanaat belirtmeden önce, uğraşması gereken bu kadar dert varken hükümetin neden Bilimler Akademisi ile uğraşmaya yöneldiğini sormak gerek. Görebildiğim kadarıyla, hükümet geçmiş dönemlerde kurulmuş ve dinci-laik ayrışmasında tamamen sert bir laiklik anlayışı temeline oturtulmaya çalışılmış, hatta siyaset alanındaki gelişmelerden bağımsız olarak bu anlayışı korumaya çalışan bütün kurumlarda bir kadro değişimine gitme gayretindedir. Bunu yaparken de bir önceki dönemde yapılan hatayı aynen tekrarlamak gibi bir tuzağa düşmektedir.

Bilimler Akademisi, 1993 yılında çıkarılan bir kanunla kurulmuştur. İlk üyelerinin belirlenmesinde o dönemin karmaşık yapılı iktidarının (bu yapıya Milli Güvenlik Kurulu ve Yüksek Öğretim Kurulu'nun o dönemdeki güçlü başkanı dahildir) rolü büyük olmuştur. Kamuoyuna gerek eski tarihlerde gerek günümüzde yansıyan tartışmalar, Akademi'ye üye seçiminde bilimsel başarı yanında bazı "fikri" filtrelerin de kullanıldığını gözler önüne sermiştir.

Nitekim, dünyaca ünlü sosyoloğumuz Şerif Mardin'in niye üye yapılmadığına dair itirazlara verilen cevaplar, üstadın çalışmalarının bilimselliğine ilişkin olmaktan ziyade, bir araştırmasında Said'i Nursi'yi incelemiş ve olumlu değerlendirmelerde bulunmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Başka kimlerin benzer kıstaslarla dışlanmış olduğunu bilmiyoruz bile.

Bazı kişilerin eski dönemde ideolojik filtrelere tabi olarak yükseltilmesi, o filtreler yüzünden elendiğini düşünen kişilerde anlaşılabilir bir infial duygusu yaratmıştır. Dikkat ederseniz "elendiğini düşünen" diyorum. Kendisini yüksek görevlere uygun gören fakat nitelikleri tartışmalı bazı kişilerin de dışlandıklarını düşünmeleri, kızgınlık duymaları mümkündür.

Bir kısmı liyakatlı bir kısmı "kifayetsiz muhterislerden" oluşan kadrolar, kendilerine yapıldığını düşündükleri haksızlıkları gidermenin yolunun siyasetten geçtiğini, muhatap bırakıldıkları muamelenin aynısının zıtlarına yapılması gerektiğini, sıranın kendilerine geldiğini hesaplıyor olabilirler. Hükümetimizin durumu daha geniş bir çerçevede değerlendirmesi gerekirken, maalesef onun da pek farklı düşünmediği izlenimini edinmek zor olmamaktadır.

"Eskiden sıra sizdeydi, şimdi sıra bizde" kalıplarına sıkışmanın sonucunda, siyaset dışı kalması ve profesyonelliğe ağırlık tanıması gereken kurumlar işlev ve itibar kaybetmektedir. Halbuki, önemli bir dünya devleti olmak için yola çıkan Türkiye'nin böyle kurumlara ihtiyacı var. Bir yol aramamız, bir çözüm bulmamız lazım.

Yol aramaya başlamadan önce, hükümetin eyleminden vazgeçmesinin gerektiğini görmek zor değil.. Ancak, ideolojik filtreler uygulamış kurumların da bir vicdan muhasebesi yapmaları, profesyonellik kurallarına yeterince riayet etmediklerini teslim etmeleri zorunlu.

Bunu yapmazlarsa, "şimdi sıra bizim takımda" sendromundan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019