Şimdi Merkez Bankası kimi kandırmış oldu?
Doğrusu ya ben bir süreden beri Merkez Bankamızın ne yapmaya çalıştığını anlamakta güçlük çekiyorum. En son geçen gün Merkez Bankası faiz artırmadım dedi ama bir nevi faiz artırdı. Bildiğimiz gibi yapmadı. Şimdi Merkez Bankası kimi kandırmış oldu? Sayın Başbakanımız, kendisinin “zinhar faiz artırılmasın” talimatını dinlediği ve faiz artırmadığı için Bankaya teşekkür etti. Ama Banka sonuçta faiz artırdı. Piyasa aktörleri her zamanki gibi önce bir “Ne dedi, Harry?” havasına girdi. Bence bir Merkez Bankası’nın birlikte iş gördüğü partnerleri tarafından ilk anda anlaşılmaması Merkez Bankacılığı açısından kötü bir puan. Sonra raporlar çıktı. Banka, ne zaman ve nasıl uygulanacağını belirtmeden faiz artırmıştı. Vaziyetin farkındaydı ama herhalde yapabileceği bir şey yoktu. Bu yoğun siste, Banka piyasalar için bir sis çanı işlevini yine üstlenmemiş, yol gösterici olmamıştı. Piyasa aktörleri duruma pek kanmış gibi durmuyorlardı. Banka tarafından yapılan açıklama ise bana karanlıkta mezarlıktan geçerken ıslık çalmak gibi geldi. Cari işlemler açığı, yavaşlayacak büyüme ile zaten küçülme yolundaydı. Tüketim, banka kredileri filan yavaşlıyordu. Ortalık güllük gülistanlıktı. Bana açıklama, pek fazla dünün meseleleri ile meşgul geldi. Bankamız yoksa kendisini mi kandırıyordu? Eğer her şey “milk port” ise, o vakit bu döviz kuruna ne oluyor? Öyle değil mi?
Ben bu sisin içinde, durduğu yerden emin olduğumuz ve bundan dolayı da kendimize referans noktası olarak alabileceğimiz bir Merkez Bankasına sahip olmadığımız için çok şanssız olduğumuzu düşünüyorum. Bu yoğun sis içinde, şöyle ağır, durduğu yerde Sedd’ül Bahir bataryası gibi duran bir kerteriz noktası pek güzel olurdu doğrusu. Ama olmadı. Şimdi neredeyiz? Şimdi artık, Türkiye’nin demir taramaya başlamak üzere olduğu noktadayız. Akıntı ile kıyaslandığında çıpa sağlam değilse, sürüklenmek mukadderdir diyelim. Kaderimize küsmeyelim. Kaderimizi kabullenelim. Bugün, etraftaki kur hareketinin neden siyasi nedenlerden kaynaklanmadığına ve de neden gelip geçici olmadığına bir kez daha değineyim müsaadenizle.
Ben Türkiye ekonomisine bugünlerde baktığımda dört ana eğilim görüyorum. Birincisi, Türkiye eskiden ortalama yüzde 4-5’lerde büyürdü. Şimdi artık aynı hızda büyüyebilmesi için daha fazla cari işlemler açığı vermesi gerekiyor. 2002-2008 ile 2009-2013 dönemini bir karşılaştırın isterseniz. Cari işlemler açığı yüzde 4’ten, yüzde 6’ya doğru çıkıyor. Bunun, ekonomimizin ulaştığı büyüklük, ekonomimizin verimliliği ve de katma değer üretimi ile yakından alakası var. Yeni bir yapısal reform dönemi geçirmeden, Türkiye’nin risksiz bir biçimde, bildiğimiz anlamda hızlı büyüyebilmesi mümkün görünmüyor.Türkiye ekonomisinin sürat limiti artık azaldı. Yolu duble bile yapsanız bu araba artık bu hızı kaldırmıyor. Bu ne demek? Önümüzdeki yıllarda, daha fazla işsizlik demek. Bu ilk nokta. İkincisi, 2014 yılı için beklenen yüzde 3’lerde büyüme ve yüzde 7’lerde cari işlemler açığı bu tespiti doğrular niteliktedir. Türkiye artık bir düşük büyüme, yüksek cari işlemler açığı dönemine girmektedir. Üçüncüsü, yüzde 3’lerde büyüme ve yüzde 7’lerde cari işlemler açığı, bu dönemde, bu politikalarla birbiriyle tutarsız iki rakamdır. Büyüme bu kadarsa, yüzde 7 açık finanse edilebilir değildir. Not edeyim. Dördüncüsü, üçüncü noktadaki tutarsızlık ve ani duruş ihtimali Amerikan Merkez Bankası’nın paspaslama kararı ile yakından alakalıdır. Amerika’da bize gelen fonları çekmek için reel faiz oranları pozitife dönerken, Türkiye’nin faiz oranı enflasyon beklentilerinin altındadır. Bu durumda ne olur? Olmakta olan olur. Son dönemde, fon girişleri aylık 2 milyar dolara inmiştir. Türkiye’nin 2014 ihtiyacı aylık 18 milyar dolarfon girişidir. Bu olursa, o ezik yüzde 3’ler civarında büyüme olur. Yoksa olmaz.
Şimdi Türkiye imtihandadır. Bakalım faiz oranlarının artışı mı ekonomiyi daha hızlı yavaşlatır, yoksa fon akımlarında ani bir azalış mı?
Kör kuyularda merdivensiz kalmak kötüymüş.