Sıkıntılı olan sadece biz değiliz
Yaz aylarını alışılmış sükunet yerine epey hareketli geçirdik. Hareketin büyük kısmı sıkıntı yaratacak türdendi. Önce gelişmekte olan ülkelerle birlikte bir yavaşlama döngüsüne girdik. Ardından 15 Temmuz kalkışması geldi. Onu çabuk atlattık derken Moody’s'in notuna takıldık. Bu arada Orta Doğu’da hareketlilik arttı. Biz de yanımıza Suriye muhalefetini alıp hareketin içine daldık. Son olarak da Irak ve Suriye’ye dönük sınır ötesi asker kullanma izni de parlamentodan çıktı. Yani sıcak çatışmaya manke bir pozisyona kaydık.
Bütün bunlar bizim ekonomiye dönük enerjimizi kısıtladı. Büyüyememe sıkıntımız zaten vardı. Bu hengame içinde büyüme hızımız daha da yavaşladı ve belirgin biçimde potansiyelin altına geriledi. Özel yatırımlar nerdeyse durma noktasına geldi. Olan büyümeyi de tüketim harcamalarıyla sürükledik. Yılın son çeyreğine ilişkin büyüme beklentileri de pek olumlu değil. Son verilere göre dış ticaretteki gelişmeler olumsuz değil. Ancak petrol fiyatlarındaki gerilemenin de sonuna geldiğimize işaret eden gelişmeler var. Önümüzdeki dönemde dış açık konusunda şimdiki gibi rahat olma olasılığımız azalıyor.
Bu gelişmeler bizi hep sıkıntılı bir konuma itiyor kuşkusuz. Ama dünya geneline baktığımız zaman da sıkıntılı olanın bir tek biz olmadığımız görülüyor. Örneğin, son bulgular küresel büyümenin de yavaşladığını gösteriyor. Gelişmekte olan ülkelerde büyüme 2015 sonundaki düşük düzeyin üstüne çıktı ama hala yavaş. Gelişmekte olan ülkelerde de durum pek farklı değil. Bu grupta da büyüme hızı pozitif ama oldukça düşük düzeyde. Kısacası büyüyememe sıkıntısı sadece bize has değil. Tersine, oldukça yaygın ve ısrarlı bir sorun bu. Çaresi de henüz bulunmuş değil.
Büyümenin uzunca bir süredir yavaş olması başka sıkıntılar da doğuruyor. Örneğin, IMF’nin tepe yöneticisi Lagarde ekonomilerin durumunu “zayıf ve kırılgan” olarak niteliyor ve bunun ekonomide bazı olumsuz sonuçlar doğurduğuna dikkati çekiyor. Lagarde’ın sıraladığı olumsuzlukların başında son sıralarda gelişmekte olan ülkelerde yaygın biçimde gözlenen “serbest ticaret karşıtlığı” geliyor. Burada da ABD seçimlerinde başkanlığın iki adayından birisi olan muhafazakar Donald Trump başı çekiyor. Bu eğilime Avrupa’nın geleneksel sağ siyaseti ve Doğu Avrupa’nın yeni muhafazakarları da katılıyor. Dolayısıyla korumacılığa ve içe kapanmaya dönüş talebi yeniden masaya konmuş durumda. Bu bağlamda küreselleşmenin de sonuna gelindiğini savunan görüşler ortaya çıkıyor. Dünyanın büyüyememesi ve son krizden hala tam anlamıyla çıkılamamış olması bu tezlere güç veren en önemli etken olarak görülüyor.
Genel bir sıkıntı olunca yerel ve ulusal sıkıntılar da su yüzüne çıkıyor. Son dönemde buna en önemli örnek Birleşik Krallık yani İngiltere’de ortaya çıkan Brexit gelişmesi. Malum, İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılma isteğine Brexit olarak adlandırılıyor. Bu iş de İngiliz muhafazakarlarının başının altından çıktı sayılır. İngiliz halkının kıl payıyla aldığı Birlikten çıkma kararı önemli sonuçlar doğuracak gibi görünüyor. İngiltere AB’nin büyük bir ortağı. Yoğun bir eklemlenme sürecinden geçti. Şimdi bütün bu sürecin tersine çözülmesi gerekiyor. Önce, Brexit’in öyle baştan, detayıyla planlanmış bir girişim olmadığı anlaşıldı. Daha sonra olası takvim üzerinde anlaşmazlık ve tereddütler doğdu. Bir ara geri dönelim fısıltıları dolaşmaya başladı. Son noktayı hafta başında İngiltere’nin yeni başbakanı koydu. Theresa May önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde topu yuvarlayacağını açıkladı. Bütün bu süreç sadece İngiltere’de değil tüm dünyada belirsizlik yarattı, risk algısını besledi. Dolayısıyla epey su kaldıracağa benziyor.
Sorun sahibi olan sadece İngiltere’de değil. Son sıralarda Almanya da mülteci sorunu ve Deutsche Bank (DB) skandalıyla uğraşıyor. Mülteci sorunu Alman Başbakanının uğraşmasına rağmen belli bir noktaya bağlanamadı . Sorun olma özelliğini sürdürüyor. DB meselesi ise daha geniş çaplı bir sıkıntı kaynağı. Sadece Almanya’da değil Avrupa ve dünyada da etkisi yüksek bir banka bu. Avrupa’da krizin uzaması bu bankayı da olumsuz etkiledi. Ne var ki gayri menkule dayalı menkul kıymet satışlarındaki uyumsuzluk nedeniyle ABD’nin bankaya verdiği14 milyar dolar boyutundaki ceza sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Bankanın iflasın eşiğine geldiği izlenimi doğdu. Deutsche Bank’ın iflasının 2008 krizini tetikleyen Lehman Brothers’ın batışından daha büyük ve geniş etki yaratacağı düşünülüyor. Almanya da sıkıntı içinde anlayacağınız.
Kendi sıkıntılarımızla baş başa kalınca karamsarlık üst düzeye çıkıyor. Şöyle kafamızı kaldırıp etrafa bakınca sıkıntının yaygın olduğunu görüp bir nebze teselli olmak mümkün. Büyüklerimizin “enseyi karartmayın” dediği durum böyle bir şey olsa gerek.