Sıkıntı var
Gündelik Türkçemize dublajlı televizyon dizilerinden deyişler giriyor. Komiser Colombo’nun İngilizce ‘Thanks’ deyişi Türkçeye ‘teşekkür’ diğer dublajlı yayınlardan ‘No problem’ ‘sıkıntı yok’ olarak lisana yerleşmiş. Şarküteri’ye gidiyorsun ‘pastırmayı kalın kesin lütfen’ diyorsun ‘peki efendim’ demek yerine ‘sıkıntı yok’ diyorlar. Marangoza soruyorsun ‘yapabiliriz’ yerine ‘sıkıntı yok’ diyor. Türkçede böyle bir laf yok.
Lisanda sıkıntı yok diye bir sözcük yok ama tutumlarda bu düşüncenin izleri görülüyor. Türkiye halkı, kurumları ve yönetimiyle önümüzdeki dönemin getireceği sıkıntılara ‘sıkıntı yok’ tutumuyla yaklaşıyor. En azından bana öyle geliyor. Umarım bu yaşlanmanın verdiği bir kötümserliktir.
Geçtiğimiz dönemde bir ayı aşkın bir süre ‘Tüm Ticareti Bitirecek Ticaret’ başlığı ile petrol ve gaz ticareti konusunu yazdım ‘sıkıntı var!?’ dedim daha da olacak dedim. ABD’de-dolarizasyon şampiyonlarına ‘bak canınızı yakarım diye bir parmağını sallayacak dedim’ salladı. Bakıyorum aynı yazıları bu gün yazsam hala geçerli. Geçen haftalarda eğer önlemler alınmazsa önümüzdeki dönemdeki özellikle kaynaklar konusunda sıkıntılar olacak ve Türkiye bu konularda zaten gerilerde iyice kötü olacak konusuna başladım. Neyse, kıymetli dostum Rüştü Hoca’nın dediği gibi ‘ben yazarın ben okurum’. Bu hafta daha önce de değindiğim insan kaynakları konusuyla devam edeceğim. Daha sonraki haftalarda diğer kaynaklara da eğiliriz.
Bir nesil aşağı yukarı 25 yıl olarak tanımlanır. Yani Cumhuriyet’in dördüncü nesli geliyor. Tüm düşünürlerin hemfikir oldukları bir şey var: Bu nesil şimdiye kadar gördüğümüz hiç bir nesle benzemiyor, benzemeyecek. İkinci ve üçüncü neslin geleceğe hazırladığını sandığı bu neslin ülkenin geleceği için çok ama çok değişik bir şekilde yetiştirilmesi gerekir. Yoksa nüfusunun yarısından fazlası 30 yaşın altında olan Türkiye çok sıkıntı çekecek. Gerekçesini 18-19. yüzyıl sanayi devriminden alan eğitim kurumları, kendi kendine öğrenme olanaklarının günlük ulaşılabilirliğini yok sanan öğretim araçlarının kullanıldığı sistemler, bireyden çok millet-ümmet esasını ittirmeye çalışan felsefeler bu nesli ne ilgilendirir ne de 21. yüzyıl gerçeklerine uyar. Ne yaparsanız yapın bu nesil kendi yolunu kendi çizecek ve talihliysek doğru çizecek Yoksa benim ve benden sonraki neslin tasarladığı yetiştirme düzenleriyle ‘sıkıntılar olacak.’ Önümüzdeki dönemde hala patron kalanlar yeni nesil işletmecileri ve elemanları nasıl idare edeceklerini şaşıracaklar, ellerindeki modellerin neden işe yaramadıklarını merak edip duracaklar. Hort zort eğitim/ yönetim modelleri bu geleceği değiştiremez. Bunu görmek için gençlerle biraz sohbet yeter. Büyük araştırmalara falan gerek yok.
Önümüzdeki elli sene başlıklı yazı dizime başlarken işletmecilik yazınının ilerideki kaynak yönetimi gereksinimleri konusunda, yani yönetim (management) konusunda, yeterli bilgi birikimine sahip olmadığını yazmıştım. Cumhuriyetimizin kuruluşunda hemen hemen sıfır kaynakla işe başlayan yöneticiler her kaynağı sil baştan bulmak zorundaydılar. İnsan gücü kaynakları yoktu. Bırakınız vasıfl ı insan gücünü toplumun neredeyse tamamına yakını okuma yazma bilmiyordu. Ülkenin fiziki tesis ve altyapı birikimi yoktu. Mali kaynaklar sıfırlanmıştı. Bilgi ve know-how yüzyılların irticai boş vermişliği sonucu üç beş zanaata kısıtlıydı. Ülke savaştan çıkmış bir dünyada kendine yer açmaya uğraşarak yeni stratejik ortaklıklar ve işbirlikleri arıyordu. 20. yüzyılın başında ileriyi düşünen kurucular neresinden bakarsanız bakın bir mucizeye imza attılar. İnsan gücü yetiştirmek doğal olarak öncelikleri arasındaydı. Benden önceki ve benim neslim onların kurdukları sistem ve modellerle bu güne geldik. Şimdi 21. yüzyıldayız. O günlerden bu günlere köprülerin altından çok su geçti. Bu dünya o dünya değil, bu Türkiye o Türkiye değil. 21. yüzyılda her şey çok farklı. Farklı olmayan tek şey yine işleri insanlar yürütecek. Yürütecek ama o insanlar çok farklı olacak. Önemli olan bu yüzyılda gerekecek insan gücünün vasıflarını iyi tanımlamak ve onlara uygun eğitim-öğrenim felsefe, sistem ve modellerini geliştirerek ülkenin geleceğini, insanlarının refahını ve insana yakışır bir yaşama sahip olmalarını sağlamak.
Ülkeleri kiminin Z-nesli, kiminin İ-nesli dediği bu nesil idare edecek. Bu nesil iş-işe gitme, çalışma-çalışkanlık, yönetme ve yönetilme, talimat alma-talimatlara uyma, sosyal sorunlar, ödül-ceza, sabır, tartışma, konuşma ve aklınıza gelen her konuda sosyologların X-nesli ve Y-nesli diye adlandırdıkları nesillerden çok farklı. Bana inanmıyorsanız şu anda işe aldığınız genç elemanlara bu gözle bir bakın ki onlar daha tam Z-nesli değiller göreceksiniz. Şikayet etmeyin. Türkiye’nin sosyolog ve kültürel antropologlarına çok iş düşüyor. Eğer 21. yüzyılda bu ülke kurum ve insanıyla bir yerlere gelecekse, geleceğe hazırlanmadan bu kendi kendine olmaz. Geleceğin insan gücünü bu günden onlara rağmen hazırlamaya uğraşanlar, yani benim neslim, tarih önünde sorumluluk taşıyoruz.
Sağlıcakla kalın.