Sıcak para bir farmakon mu?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Yunan mitolojisinde "farmakon" sihirli iksir anlamına gelmekte. Ancak, bu iksir hem faydalı, hem de zararlı olabiliyordu. Yani aynı anda hem bir ilaç, hem de bir zehir. Günümüz İngilizcesinde benzer bir kelime vardır: "drug". "Drug" kullanıldığı yere göre ilaç veya uyuşturucu madde anlamına gelir. Bizim için de sıcak para bir "farmakon", ve hatta bağımlılık yaptığını da dikkate alırsak bir "drug".

Gelişmiş piyasalardaki menfi gelişmelere karşı Türkiye bu sene büyümesine devam ediyor. Sene başında büyümenin son 2 çeyrek ve özellikle son çeyrekte yavaşlayacağına ilişkin öngörüler bu günlerde rafa kalkmış vaziyette. 3. çeyreğe ilişkin sanayi ve kapasite kullanım rakamlarının beklenenin üzerinde seyretmesi, tüketici güvenini bir ölçüde azaltan "referandum" belirsizliğinin ortadan kalkmış olması ve gelişmiş ülkelerde miktarsal gevşemenin devam ettirilmesinin söz konusu olması nedeniyle 3. Ve 4. çeyreklerde %5'in üzerinde büyüme oranları görmek şaşırtıcı olmayacak. Artık tüm sene büyüme hızının %8 civarında gerçekleşmesi beklenebilir. Bu iyi haber.

Kötü haber ise büyümenin neredeyse tamamen iç talepteki canlanmadan kaynaklanıyor olması. Bu canlanmada miktarsal gevşeme dolayısıyla yurtdışından gelen sıcak paraların payı büyük. İlk 8 aydaki Ödemeler Dengesi gelişmelerine baktığımızda, sene başından beri Türkiye'ye giren 38 milyar doların yaklaşık 16 milyar doları bankaların borçlanmalarından, 15 milyarı hisse senedi ve hazine kağıtlarına yapılan sıcak para yatırımlarından ve sadece 5 milyar doları doğrudan sermaye yatırımlarından oluşuyor. Bu dönemdeki 28 milyar dolarlık açığa karşın Merkez Bankası da rezervlerini 11 milyar dolar kadar artırmış.

Aynı dönemde tüketici kredilerindeki artış da dikkat çekici boyutlarda. Sene başından beri konut kredilerinde görülen artış 9.5 milyar TL ile %22'nin üzerinde. Konut kredisi dışındaki tüketici kredilerindeki artış ise %28 ile daha da yüksek. Bankalar Birliği'nin Eylül ayına ilişkin sunumunda verilen "bireysel krediler / tasarruf mevduatı" rasyosunun ise %48'e tırmanmış olduğu gözüküyor. Bu çok yüksek bir oran. Ancak rasyonun payında kullanılan bireysel kredilerden konut kredilerini çıkartıp kredi kartları kredilerini ilave ettiğimiz ve tasarruf mevduatlarına da DTH'ları eklediğimiz zaman, oran daha makul bir %27'e geriliyor. Öte yandan, bireysel kredilerin aşırı fazla olduğu ABD'de bile söz konusu oran %34. Bireysel kredilerin hızlı artışı devam ettiği takdirde, kısa sürede bu riskli seviyelere gelmemiz işten bile değil.

Neticede, son dönemde giriş hızı artan sıcak paranın canlanmaya büyük katkısı olduğu aşikar. Ancak, tabii ki beraberinde riskler de getiriyor. Öncelikle gelen fonların vadesi gittikçe kısalmakta. Her ne kadar MB'nin belirli bir miktar rezervi varsa da, ani çıkış durumlarında döviz piyasasında dengesizlikler ve kur artışları yaşanma ihtimali söz konusu. Ancak açıkçası ben bu ihtimali çok yüksek görmüyorum.

Sıcak paranın asıl zararı ise gerek TL'nı aşırı değerli tutarak, gerekse de iç talebi fazlasıyla tahrik ederek, Türkiye'nin uzun vadede ihracata dayalı, sürdürülebilir bir ekonomi politikası izlemesine imkan vermemesi. Açıkçası bu şartlar altında MB'nın alabileceği önlemler de çok kısıtlı. Faiz politikası tamamen kullanışsız. Faiz artırımları daha fazla sıcak para girmesine, faiz indirimleri ise kredilerin daha da artarak ekonominin iyice ısınmasına sebep olacak. Aslında bu noktada Merkez Bankası'nın değil, Hükümetin devreye girmesi gerekiyor. Brezilya'nın yaptığı ve artık neredeyse İMF'nin bile alenen desteklediği ülkeye giren sıcak paranın vergilendirilmesi ve tüketici kredilerinin maliyetini artırmak için KKDF gibi fon kesintilerinin artırılması akla ilk gelen uygulamalar. Ancak seçimlere kadar sıcak para dolayısıyla herhangi bir ekonomik sıkıntının ortaya çıkma ihtimalinin çok çok düşük olduğu gözönüne alınırsa Hükümet iç talebi ve büyümeyi azaltıcı bu tip önlemleri devreye sokmamayı tercih edecektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019