SGK ilaçta kimin parasını kimden esirgiyor?

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Türkiye'de sağlık harcamaları giderek artıyor, ancak harcama arttıkça daha sağlıklı olmuyoruz, bunu da herkes biliyor. Sosyal Güvenlik Kurumu, sağlık harcamalarında neredeyse tek kalem olarak ilacı gördüğünden, daha doğrusu ilacı kontrol edebildiğinden, tasarrufa yönelik her uygulaması da bu alanda gerçekleşiyor. Hangi ilaç nerede gereklidir, inanınız bu konuda akademik camia bile bir fikir sahibi değil. Zira ilacın verilmesi başka, ilacın faydalı olması bambaşka. Buna karşılık hangi ilacın hangi hastalıkta ve ne kadar kullanılabileceği, doktorun görüşüne değil, SGK'nın insafına kalmış durumda. Elle tutulur tek nokta, doktordan gereken ilgiyi göremeyen hastanın kapıdan çıkarken "en azından elimde bu reçete var" demesi.

Ne var ki durum her zaman bu şekilde gerçekleşmiyor. Geçtiğimiz hafta Mardin'den gelen bir mesaj kanser gibi bir durum için bile aynı mantıksız ve insafsız denetim mekanizmanın geçerli olduğunu bir kez daha gösterdi. Mektup dokuz yıldır yatalak kordoma (kemik kanseri) denilen hastalığa yakalanmış bir annenin içler acısı durumundan bahsetmekte. "Öyle bir acı ki "ayak parmaklarını patlatıyor". Anne ayrıldığı eşinden ayda 80 YTL nafaka alıyor, 9 yıldır oğlunun yanında kalıyor. Oğlu inşaatlarda çalışıyor, maddi durumu pek iyi olmayan kayınbabasının evinde dört çocuğu, eşi ve yatalak annesiyle sığıntı olarak "idare ediyorlar". Sorun ağrı kesici ilaçlarla ilgili ortaya çıkıyor. Kanser ağrısının dindirilmesi için ağrı kesici bantlar kullanılıyor, ancak SGK bunların kullanımını bilgisayar aracılığıyla denetlediğinden, ihtiyaç olsa bile alamıyorlar. Dahası bu ilaçlar kırmızı reçeteye tabi olduğundan Mardin'de sağlık ocağında yazdırılması zaten mümkün değil, yani parasını verseniz de alamıyorsunuz. Bir başka örneği ağızdan emerek kullanılan ağrı kesiciler oluşturuyor. Lolipop gibi kullanılan bu ilaç piyasaya ilk çıktığında bir reçeteye 40 tane yazılabiliyordu, bu doz yaklaşık bir hafta-10 günlük ihtiyacını karşılıyordu. Bugün ise bir reçeteye sadece iki tane yazılabiliyor, "mesnetsiz tutumluluğun" düzeyine bakın. Bu ilaçtan fayda gören bir hastanın her gün hastaneye gelip reçete ettirmesi gerekiyor ki, pratik olarak imkansız.

SGK kanser tedavisinde kullanılan ve etkinliği kanıtlanmış ilaçların geri ödemesinde de ciddi kısıtlamalar getiriyor. Örneğin meme kanseri tedavisinde kullanılan bir biyoteknoloji ürünü ilaç, bütün dünyada bir yıl süreyle kullanılabiliyorken, Türkiye'de 9 hafta ile kısıtlandı. Mesele yakın zamanda medya aracılığıyla topluma yansıdı, ancak uygulamanın değişmesi beklenmiyor.

SGK gereksiz tetkikler ne kadar denetliyor?

Bu durumda bizim de çıkıp sormamız gerekiyor, SGK kimin parasını kimden esirgiyor? Türkiye'de ilaçların yüzde 98 alıcısı SGK, ancak bu parayı vatandaştan toplanan vergilerle karşılıyor. Biliyorsunuz 4 Aralık 2009 kararlarıyla 3 milyar TL zaten kesildi. Bu yetmedi neredeyse her gün bir yenisi çıkan sağlık uygulama tebliğleriyle (SUT) durmadan ek yaptırım getiriliyor. Bir ilacın kullanılıp kullanılamayacağı konusundaki yetki Sağlık Bakanlığı'nda değil, SGK'da. Kesintilerin amacı sağlık harcamalarının azaltılması, ancak ilaca harcanan para, bir yere varmayan tetkiklere harcanan parayla karşılaştırıldığında devede kulak kalıyor. Burada ister istemez olası diğer senaryolar devreye giriyor: İlaç harcamalarının adresi belli, ilaç endüstrisi. Buna karşılık görüntüleme tetkiklerine harcanan para doğrudan hastanelere aktarılıyor. Devlet hastanelerinin görüntüleme birimleri yakın zamanda taşeronlaştırılarak özel hastanelerin görüntüleme birimlerine devredildi, bunu herkes biliyor. Sadece görüntüleme hizmeti veren özel görüntüleme merkezleri geri ödeme kapsamından çıkartıldı, sadece hastaneler geri ödemeden yararlanabiliyor. Bu açıdan baktığınızda ben de dersem ki, "sağlık harcamalarına ayrılan bütçe belli olduğundan, mesele 'ilacı ne kadar kesersek tetkike o kadar para aktarabiliriz'e dönüşüyor", bilmem çok mu haksız olurum.

Sağlık ve Sağlık Bakanlığı artık kırılma noktasında!

Peki bu tetkiklerden bir sonuç çıkıyor mu? Elbette hayır. Çünkü tetkiki zaten makine yapıyor, onu değerlendirecek olan ise iyi yetişmiş bir doktor. Doktorların mevcut sistemde nereye gelmiş olduklarını geçen hafta yayınladığımız mektup açık bir şekilde ortaya koyuyor. İş yapma becerisi olmayan doktora diploma verseniz ne olur, unvan verip üniversiteye koysanız ne yazar? Sorun her bir aşamada daha derin bir çözümsüzlüğe itiliyor. İşte bu nokta kırılma noktasıdır, bu noktada "hamdolsun doktorumuz var, maşallah ne güzel reçete yazar" sözleri geçerli olmaz. Bırakınız doktor açığını kapatmak, sağlığı mevcut sistemle dengede tutmak bile mümkün değildir.

Öte yandan Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Daire Başkanlığı da açık bir şekilde dile getirdi, kanser hastalığında çok ciddi bir artış söz konusu. Ne yazık ki bu artışın sigara kullanımı ile açıklanması olası değil. Sigara akciğer ve bir yere kadar mesane kanserinin baş sorumlusu. Ancak meme kanseri başta olmak üzere, diğer kanser türlerindeki artış dikkate alındığında dikkatler ister istemez beslenmeye, yani gıda maddelerine çekiliyor. Kanser Savaş Daire Başkanlığı elle tutulur bir adım atmak istiyorsa öncelikle Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan ayrıntılı analiz sonuçlarını istemelidir. Son bir aydır bize ulaşan bütün veriler toplumun denetimsizlik nedeniyle zehirlendiğini ortaya koyuyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar