Sevda yelleri esiyor serde

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ [email protected]

Geçtiğimiz iki hafta önümüze bakma çerçevesinde insan gücü kaynakları konusunda düşüncelerimi paylaşmıştım. 21.yy. insan gücü, yönetenler ve yönetilenler, kafa yapıları, beklentileri, ufukları ve aklınıza gelecek her açıdan ne benim neslime ne de benden önceki nesle benzemeyecekler dedim. Benzememeleri beklenen bir şey olmakla beraber benzemeyen tarafları o denli radikal ki bu nesilleri iyi hazırlamamak veya eski hamam eski tas kafası ile geleceğe hazırlamaya uğraşmak, daha da kötüsü bu nesillere eski nesillerin kafalarını monte etmeye çalışmak dangalaklığın dik alasıdır diye de konuyu bitirmiştim. Son eğitim şuramızın gündeminde tartışılan konulara bakınca umarım siz de benim gibi paniklemişsinizdir. Eğitim şurasında sevda yelleri esti serde, ağam nerede, beyim nerede paşam neredeydi. Bugün ikinci kaynağa el atmak istiyorum: Fiziki kaynaklar ve alt yapı.

Her zaman kullandığım paradigmamdaki beş kaynak arasında fiziki kaynaklar ve alt yapı geniş tanımıyla bilgi-sayarcıların dilinden alınan yazılım ve donanımın tamamını kapsar. Türkçesi bu kaynak araziden binaya, iletişim sistemlerinden envantere, alet edevat ve ofis masalarına kadar bilgi ve know-how (bir başka kaynak) haricinde elle dokunulan veya dokunulmayan, gözle görülen veya görülmeyen her şeyi kapsar.

Önümüzdeki yıllarda bu kaynak hem geleneksel anlamda hem de yeni anlamıyla köklü değişikliklere uğrayacak. Eskiden bir yer bir torna makinesi falan, biraz ithalata karşı koruma biraz da şehirleşme ve nüfus patlamalarıyla palazlanan ‘işletmeler’ bu bir anlamda o mutlu günleri çok arayacaklar. Teknoloji denilen nesne, özellikle yüksek teknolojiyle donanmış elektronik global ortamda iş yapmak öyle her ‘girişimcinin’ işi olmayacak. Osmanlının ‘küffara kılıç üşürün, urun gazilerim, haydi aslanlarım’ naralarıyla kazanılan galibiyetleri nasıl yeni savaş teknolojileri karşısında çalışmadıysa bugünün fiziki kaynak ve alt yapısıyla rekabet etmeye çalışmak da çalışmayacak. Bu beni saptamam değil kafası çalışan herkesin öngördüğü şey. 

Peki bu teknolojik ortam neye benzeyecek? Bilen varsa bana da anlatsın. Birbirleriyle iletişim halindeki telefondan bilgi-sayara, televizyondan radyoya, kapı zilinden tost makinesine bağlı aletler, nano-teknoloji, uydulara bağlı, Dünya’yı gören, dinleyen görüntülü veya görüntüsüz izleyen cihazları ben de gazetelerden, dergilerden okuyorum. Bu fiziki tesis ve altyapıya ilişkin buluşları benim gazetelerden, dergilerden izlemem önemli değil ama bu konularda çalışması, düşünmesi ve politikalar üretmesi gerekenlerin öyle yapması bir faciaya davet. Facia bu tür ülkelerin konuda çalışan ve buluşlar yapan ülkelerin taşeronları, hatta daha da beteri çok ucuza çalışan taşeronları kalmaya ve/veya olmaya mahkum olmaları demektir. Bu teknolojileri ‘Zamanı gelince ithal ederiz’ demek safdilliktir. Bu yeni bir sanayi devrimidir ve bunu ıskalamanın ceremesi aynı 19. YY. Da sanayi devrimini ıskalamanın bedeli kadar hatta daha ağır olur.

Söz gelimi ta 1959 da Richard Feynman tarafından önerilen nano-teknoloji günümüzde artık bir realitedir. Bu sanayide ‘naniti’ denilen küçük bilgi-sayarlar nereye yerleştirilirlerse yerleştirilsinler o nesnenin her tarafında moleküler seviyede her türlü işi yapmak için birbirleriyle bağlantılı çalışıyorlar. Nanitiler denilen bu bilgi-sayarlar insan vücudundaki hücrelerden 2.5 kat küçük.
Nanitiler canlı cansız her yere sokulabiliyorlar. Söz gelimi bu teknolojiyle karbon nano-tüpler denilen elmastan daha sert, çelikten 100 kere daha kuvvetli ama altı kat hafif malzemeler üretiliyor. Teknolojinin atomları yeniden yapılandırarak oksijen üretme veya karbondioksiti ozona çevirmede kullanılması düşünülüyor. Buna moleküler mühendislik deniliyor. Teknolojinin gıdaların korunması veya bayatlamayan gıda üretiminde kullanılmasından bahsediliyor. İngiltere’de bazı büyük mağazalar ürünlerinin satın alınmasından müşterinin eline geçmesine kadar nerede olduklarını takip edebiliyorlar. Hatta bu merkezlerden mal çalmaya kalkan ve bencileyin geçen yüzyıldan kalan bahtsızların adresleri daha malı tüketemeden polise bildiriliyor. Nano-tüplerin kuşun geçmez zırhlar hazırlanmasında kullanılarak bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz dokunulmaz savaşçıların yaratılması artık hayal, plan falan değil gerçek. Cengiz Han’ın Çinlilerden öğrendiği hasır zırh sayesinde at üstünde ve uzaklardan ok yağdıran Tatar akıncılara başarıyla direnerek Cengiz Han olduğunu bilen okurlar bu zırh meselesini inanıyorum gülümseyerek okuyorlardır. Bu sadece nano-teknolojinin yeni ufukları. Diğer teknolojilerde neler oluyor bilemiyorum ama baş döndürücü bir hızla gelişmeler olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. 2023 senesinde ihracatımız şuralara uzansın arzusuna değindiğim gelişmelerin neresindeyiz sorusuna cevap arayarak biraz daha akıllı hizmet etmemiz gerekiyor. Yoksa ileride bu günlere bakanlar benim 2014 şurasını tanımladığım gibi hepimizi “Sevda yelleri esiyor serde, ağam nerede, beyim nerede, paşam nerede” deyişiyle tanımlayacaklar.
Sağlıcakla kalın

NOT: Tüm Ticareti Bitirecek Ticaret başlıklı yazı dizisindeki öngörülerimin doğru çıktığını söyleyerek iltifat eden okurlarıma teşekkürler ederim. O konu benim ihtisasım değil ama matematikten yüksek lisans almış biri olarak aritmetik bilgim fena değildir. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019