Sessizliğimiz, haksızlığın ortağı olursa...
Günlük tartışmalarda, yaşanan olay ya da olguların iç dinamikleri yerine, görüntülerin öne çıkması popüler kültür yaratmanın özünü oluştur. Yaşadıklarımızı ayrıntıdaki dinamikler yerine, görüntülerle açıklarsak, toplumda tanınabilir; çok para kazanabilir; "... muteber adam" olabiliriz. "Muhterem insan olma yerine muteber adam olmayı" tercih etmiş olabiliriz. İnsanların subjektif niyetlerine hepimiz saygı göstermek zorundayız; ama bir sınıra kadar. Eğer, birisinin "…muteber adam" olma oyunu, benim uzun dönemli yararlarımı zedeliyor; mensubu olduğum toplumun gelişme hızını düşürüyor; son çözümlemede refahın gerektiği gibi yayılmasına ve derinleşmesine engel oluyorsa, bile bile böylesi bir gelişme karşısında mücadele etmiyorsam; sessizliğim, haksızlığın ortağı haline gelir.
Geçenlerde bir grup girişimci dostla söyleşiyorduk. Aramızda, işini ciddiye alan bir "makroekonomik analizci" vardı: Milli gelir artışları ve büyüme arasında eğilimleri aktardı; olası gelişmeler üzerinde tahminlerde bulundu. Fiyat istikrarı konusunda Merkez Bankası'nın işlevlerini irdeledi. Enflasyon beklentilerini dünden bugüne, bugünden yarına değerlendirdi. İstihdam konusunda gelişmeleri yapısal özellikler kadar dönemsel etkileriyle yorumladı. Ekonomide toplam arz ve talebin gelişme üzerindeki etkilerini, bütçe açıklarını, kamu ve özel kesim borçlarını teker teker ele alarak beklentilerini sıraladı.
Araçlar karar vermemizi sağlamalı
Mikroekonomik analizler yapan arkadaşımız da, küreselleşme çağında bileşimdeki gelişmelerin insanların tüketim kalıplarını nasıl etkilediklerini açıkladı; müşteri ve rakip kavramlarındaki dönüşümün altını çizdi. Mal, hizmet, sembol vb. alanlarda akışkanlıkların artmasının karşılıklı-bağımlılık ilişkilerini yoğunlaştırması ve derinleştirmesini ilginç ve değişik örneklerle gözler önüne serdi. Kuruluş ve kurumların karar parametrelerindeki değişmeleri, zihni model varsayımlarındaki altüst oluşları ve bütün bunların karar süreçlerini nasıl etkilediklerini anlattı. Sonunda, "…makaroekonomik araçları kullanarak rasyonel kararlar veremiyorsak; işimizi iyi yönetmiyorsak, birikim yeteneğimizi koruyamıyorsak, uzun dönemli geleceği güven altına alamıyorsak işin bir sakat yanı olmalı" diye sözlerini bitirdi.
Sıra bana geldiğinde çok yalın bir test uyguladım: Makroekonomistin döviz kurları konusundaki tahminlerini yineledim ve sordum; içinizde yıllık bütçe yapanlar vardır. Şimdi burada anlatılanları, bütçe döneminin başladığı bugünlerde, tutarlı ve geliştirici bütçe için nasıl kullanacaksınız?
Soruya yanıt vermek istemeyenler çoğunlukta idi. Ve şu uyarıyı yaptım: Burada döviz kuru analizlerini, yıllık bütçe yaparken, paranızı bir yere yatırırken kullanmıyorsanız; verilen bilgilerin sizin için anlamı olmaz.
Büyümeye hazır olmalıyız
Bir başka soruya daha geçtim: "…en etkin teşvik, sürdürülebilir bir büyümedir. Siz burada değerlendirmeleri aldınız: Büyüme tahminlerini, hangi yatırımlarınızda, nasıl kullanacaksınız?"
Yanıtlar yine doyurucu olmadı. Toplantılardaki analizlerin, "…amaç değil, araç" olduğu konusunda netleşmiş bir düşünceye sahip olanlarımız az olmalı ki, bu araçların kullanma şeklini tıkır tıkır anlatabilenlerin sayısı çok az.
Ercan Kumcu'nun 13 Aralık 2009 günü yazısından bir cümleyi perdeye yansıttım: "…makroekonomi, bilgisi olmayıp fikri olan herkesin üzerinde rahatlıkla konuşabileceği, hatta inandırıcı dahi olabileceği bir alandır."
Mikro ve makro araçların dengesini kurmadan ne işyeri düzeyinde, ne de ülke ölçeğinde kaynakları etkin kullanmak mümkün değil… O nedenle, araçlarla amaçları karıştırmayalım. O nedenle, araçları kullanmasını bilelim. Unutmayalım ki, "…alet yapar, el övünür."