Sessiz Çöküş

Burak Tayiz
Burak Tayiz Yeşil Odak [email protected]

Erozyonla Mücadele Haftası etkinlikleri, dünyanın göz ardı edilen kritik bir so­rununa dikkat çekiyor: Toprağın yenik düş­tüğü insan faaliyetleri ve iklim değişikliği­nin hızlandırdığı bir erozyon süreci...

2050 yılına kadar, dünya yüzeyindeki toprakların yüzde 90’ının bozuluma uğrayacağı öngörü­lüyor. Bu korkutucu senaryo, aslında geze­genimizin içten içe çürüyüşünün bir işareti. Ama asıl sorun şu: Toprağın kaybına seyirci kalıyoruz.

Toprağı kaybediyoruz

Belki farkında değiliz, ama toprak, haya­ta can veren en büyük yaşam kaynakları­mızdan biri. Dünyadaki mantarların yüz­de 90’ı, bitkilerin yüzde 85’i ve bakterilerin yüzde 50’sinden fazlası toprakta barınıyor. Bu çeşitlilik, toprağı dünyamızın en zengin ekosistemi haline getiriyor.

Ancak, Dünya Çölleşme Atlası’na göre toprakların yüzde 75’i hali hazırda bozuluma uğramış durum­da ve bu durumdan doğrudan etkilenen in­san sayısı 3,2 milyar. Şimdi durup düşüne­lim: Eğer bu bozulma eğilimi devam ederse, 2050 yılına kadar toprakların yüzde 90’ı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Bu, yalnızca biyolojik çeşitliliğin değil, insanlı­ğın da kaderini etkileyen bir yok oluş süreci. Toprak, iklim değişikliğine karşı verdiğimiz savaşta yanımızdaki gizli ve en güçlü mütte­fik. Bugün toprak, küresel olarak 2.500 giga­ton karbonu depolayarak, karbon emisyon­larını azaltmamıza yardımcı oluyor.

Ancak bu müttefiki kaybettiğimizde, karbon salı­nımını kontrol etmek hayal olacak. Sağlık­lı toprak, sanayi sonrası ısınmayı 2 derece­nin altında tutma hedefimizde yüzde 27’lik bir katkı sunma potansiyeline sahip. Topra­ğı koruyamazsak, iklim krizini nasıl durdu­rabileceğiz? Ayrıca unutmamalıyız ki, dün­yadaki gıda üretiminin yüzde 95’i toprak sayesinde gerçekleşiyor. Eğer toprağı kay­bedersek, insanlık nasıl beslenecek? İşte bu, yalnızca tarımı değil, yaşamımızın temel­den tehdit eden bir sorun.

Kaz Dağları’nın yüzde 79’u maden ruhsatlı

Türkiye’nin doğal hazinelerinden olan Kaz Dağları, toprak erozyonunun yanı sıra madencilik faaliyetlerinin tehdidi altında. Kaz Dağları’nın yüzde 79’u maden ruhsat­lı ve burada yapılan en büyük projenin tek başına 7 bin 380 futbol sahası büyüklüğün­de bir alanı kaplaması planlanıyor. Bu proje, 1 milyon ağacın kesilmesini gerektiriyor ve bu devasa tahribat, yalnızca Kaz Dağları’nın değil, ülkemizin doğasını geri döndürüle­mez bir şekilde etkileme gücüne sahip. Ma­dencilik faaliyetleri, geniş arazilerde yapı­lan ağaç kesimleriyle sonuçlanırsa bitki ör­tüsünü yok ederek erozyona zemin hazırlar.

Madenlerin çıkarılması için kullanılan siya­nür, cıva ve diğer kimyasallar toprağı zehir­ler ve bu toksinler, toprağın biyolojik yapısı­nı bozarak verimliliğini yitirmesine neden olur. Kaz Dağları’nda olan da tam olarak bu. Geniş alanlarda yapılan kazılar, toprağı sı­kıştırarak su geçirgenliğini azaltıyor ve fi­ziksel olarak yıpranan toprak, bitki ve hay­van yaşamına veda ediyor, asitli akışlar ise ağır metallerin yeraltı sularına geçmesine yol açarak, çevre kirliliğine zemin hazırlı­yor. Bu manzara, yalnızca bugünün değil, ya­rının gıda güvenliğini de tehdit ediyor.

Toprağı kaybedersek geriye kalacaklar

Toprak, iklim dengemizi sağlarken aynı zamanda gıda güvenliğimizi de ayakta tu­tan derin ve büyük bir hazine. Ancak bu ha­zineyi hızla kaybediyoruz. Erozyon, tarım faaliyetleri, kontrolsüz madencilik ve kim­yasal kirlilik, doğanın dengesini giderek yok ediyor. Bu sorunlara göz yumarak ne­reye kadar ilerleyebiliriz? Toprak yalnızca çiftçilerin sorumluluğunda değil; hepimi­zin geleceğini koruyan bir sigorta. Toprağı sadece bir üretim alanı değil, varoluşumu­zun temeli olarak görmediğimiz sürece, ya­şamı kendimiz için sürdürülemez hale ge­tiriyoruz. Eğer toprağı kaybedersek, geriye şunlar kalacak: Sadece betonlaşmış şehir­ler, yeşilden yoksun bozkırlar ve açlık teh­didi altındaki toplumlar…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Etkileşim mi eylem mi? 11 Aralık 2024
Trump’a rağmen 20 Kasım 2024
Sınıfsal kalkınma 30 Ekim 2024
 Kalkınma Krizi: 3.2 24 Ekim 2024