Sermaye akımlarına bağımlılığı azaltmak; nasıl?
Türkiye ekonomisinin yurtdışından borçlanmaya ne kadar duyarlı olduğu artık herkesin kabul ettiği bir gerçek. Milli geliri hem üretim hem de harcama tarafından ölçebiliyoruz.Harcama tarafından milli gelir tanımını kullanayım. Cari işlemler açığını, tüketim ve yatırım harcamalarımız ile gelirimiz arasındaki fark olarak tanımlamak mümkün. Farklı bir ifadeyle, harcamamız (tüketimimiz ve yatırımımız), gelirimizin ne kadar üzerine çıkıyorsa, cari işlemler açığımız da o kadar yüksek oluyor. Burada bir varsayım, tahmin falan yok. Bu, böyle.
Öte yandan, gelirimiz ile tüketimimiz arasındaki fark tasarrufa eşit olduğuna göre, şu da doğru: Tasarrufumuzun ne kadar çok üzerinde yatırım yapıyorsak, o kadar fazla cari işlemler açığı veriyoruz. Gelirimizin üzerinde nasıl harcama yapabiliyoruz? Yurtdışından borçlanarak. Ödemeler dengesi tanımları kullanılarak şu da gösterilebilir: Cari işlemler açığı, mal ve hizmet ithalatına yaptığımız ödemeler ile mal ve hizmet ihracatından elde ettiğimiz dövizlerin farkı. Kısacası, tasarrufumuzun çok üzerinde yatırım yapıyorsak, ihracat gelirlerimizden fazla ithalat yapmamız gerekiyor. Bunun için de vadesi gelen dış borç ödemelerinden daha fazla yeni dış borç bulmalıyız (Merkez Banksı rezervlerinin değişmediğini kabul ettim ve net hata noksanı ihmal ettim).
Bu basit gerçekleri söylemek; tasarrufumuzdan fazla yatırım yaparsak cari işlemler açığı veririz demek, döviz kurunun önemini göz ardı etmek anlamına gelmiyor. O da çok önemli.Ama yukarıda belirttiklerimin her biri de önemli gerçekler. Hayati sorular sormak fırsatı veriyorlar: Mesela şu: Çok mu fazla yatırım yaptığımız için mi cari açığımız çok yüksek? Ya da şu: Gelirimize kıyasla çok mu tüketiyoruz (tasarruf oranımız çok mu düşük)? Dikkat ederseniz bu sorulara verilecek yanıtlar çerçevesinde çok farklı ekonomi politikaları tasarlamak gerekiyor. Yine belirtiyorum: Uluslararası piyasalarda rekabet gücümüzü artıracak politikaları dışlamıyor bu tasarlanacak politikalar. Rekabet gücünü artıracak politikalar (verimliliği artıran, döviz kurunu rekabetçi bir düzeyde tutan politikalar gibi) uygulayabiliyorsanız, uygulayın. Bir taraftan da yukarıdaki iki sorunun yanıtına göre ek politikaları devreye sokun.
Ülkelerarası karşılaştırma yapabilmek için milli gelirlere oranla tasarruf ve yatırım rakamlarını veriyorum. Çok fazla rakama boğmayacağım, 2008-2012 yatırım ortalamaları şöyle (yüzde): Tüm gelişmekte olan ülkeler: 31.1, Eski Sovyetler Birliği ülkeleri: 23.1, Latin Amerika: 20.3, Gelişen Asya ülkeleri: 41.3, Türkiye: 20.3. Tasarruf ortalamaları ise: Tüm gelişmekte olan ülkeler: 33, Eski Sovyetler Birliği ülkeleri: 27, Latin Amerika: 20.6, Gelişen Asya ülkeleri: 44.3, Türkiye: 14.3. Sonuç çok açık: Bir, Türkiye’nin yatırım oranı yüksek falan değil. Aksine gelişmekte olan ülkeler arasında bu açıdan iyi bir konumda değiliz. İki, tasarruf oranımız inanılmaz ölçüde düşük.
Uygulanması gereken ekonomi politikasının ana hatları da açık: Yatırımlarda frene basmak seçeneği masada değil (elbette borçlanmakta sorun yaşanmadıkça). Buna karşın, tasarruf oranımızı artırmamız gerekiyor; o kadar kolay değil. Yine de bir çırpıda iki politika belirtilebilir:
Birincisi, gelirimize kıyasla bu kadar çok tüketmemizi engellemeye çalışmamız gerekiyor. İki destekleyici politika kullanılabilir: Enflasyonun altında faiz böyle bir ülkede ‘intihar’ demek; bu yanlıştan dönmek gerekiyor. İki: Özellikle tüketici kredilerinin artış oranını aşağı düşürmek lazım (bu tür önlemler alınıyor). İkincisi, vergi oranlarını yükseltmeden vergi gelirlerini artırmalıyız (kamunun tasarrufunu yükseltmeliyiz). Bu da kayıt dışı ile mücadeleyi gerektiriyor; siyaseten oldukça zor ama bir yerden de başlamak gerekiyor.