Sergide resim dersi almak ister misiniz?
“Bu, mümkün olamazdı eğer yapan o olmasaydı!” diye düşündüm kapıdan girerken. 1950’li yılların ilk yarısından başlıyordu gördüklerim ve bugüne kadar aksamayan bir kronolojik sırayla geliyordu. Gerçi bana yıllar önce söylemişti, demişti ki:
“Çoğu resmimin hep eskizi vardır. Büyük bir kısmını da aslında hâlâ saklıyorum. Bir kere sergiledim, belki bir daha sergileyeceğim. Yani resimden evvel ne yaptığımla ilgili bir sergi olabilir.”
Olmuştu... Bir sanatçının gelişimini, değişimini izleyebileceğiniz, üniversitelerin ilgili bölümlerinde ders olarak okutulabilecek bir sergi ile karşı karşıyaydım. Tabii 1950’lerden günümüze Türk resim sanatının da bir panoramasıydı o eskizler, yani karakalemler, renkli desenler...
Sormuştum resimleştirmeye karar verdiklerinizin hemen eskizlerini çiziyor musunuz? Yoksa aklınızda kalanları mı kâğıda yansıtıyorsunuz? diye...
“Yok, düşünüyorum, eskizini sonra çiziyorum, ardından da boyuyorum.” demişti.
Başka bir sergisindeydim, yine çok etkilenmiştim yağlıboyaları karşısında. Altlarındaki sağlam desenler öyle belli, öyle önemliydi ki... Yeni resim akımları desenden kaçıyor, zor olduğu için mi? diye sormuştum, yanıtı şöyle gelmişti:
“Bence şundan etkileniyorlar: Şimdilerde çok fazla fotoğraf çekiyorlar veyahut çekilmiş fotoğraflardan çıkarak birtakım resimler yapıyorlar. Fotoğraf hatırlatıcı olarak kullanılabilir, ama ondan çizerek bir şey çıkarırsınız biraz fotoğraf kopyası, fotoğraf taklidi olur... Hâlbuki fotoğrafın başka bir estetiği vardır, yani fotoğrafın açık koyusu ile bir ressamın açık koyusu farklıdır. Aslında zaten hemen anlaşıyor öyle resimlerin fotoğraftan yapıldıkları. Birçok kişi için de bu bir kolaylık oluyor, yani fazla kolaylık oluyor. Çünkü bir yerden bir yere bir şeyi aktarıyorsunuz sadece. Kendi bindiği dalı kesmesi gibi görüyorum bir ressamın bunu yapmasını, çünkü bir kalem, bir kâğıtla bir sürü şey yapılabilir.
Çok eskilerde yaptığım ‘Egon Schiele Hücrede’ diye bir resmim vardır. Schiele hapse giriyor biliyorsunuz, birisi ona bir portakal getiriyor, hücredeki bir taburenin üzerine beyaz mendilini, üstüne portakalı koyuyor ve resim yapıyor. Yani her koşulda, en az imkânla resim yapılabilir, bu, onu gösteriyor. Bu, bir kâğıt, bir kalem; bir portakal, bir beyaz mendil olabilir... Delacroix’nın da öyle bir sözü vardır ‘bana çamur verin resim yapayım’ der.”
İşte yıllar yılı, özellikle öğrencilik döneminde modelden çalıştığı desenler. Ne diyordu:
“Yani esastır modelden çalışmak; birisiyle karşı karşıya çok desen çizdik. Genelde insan vücudunu tanırız, biraz doktorlar gibi.”
Sanki bir anatomistsiniz sözcükleri dökülüvermişti dudaklarımdan:
“Yani icabında karşımızda birisi olmasa bile insan figürü çizebiliriz. Genelde hep birilerinden, tanıdığımız, görmüş olduğumuz bazı şeylerden çıkarak resim yaparız. Bir kişi, bazen birçok kişinin özeti olabilir.” diye özetlemişti yaptıklarını.
Evin Sanat Galerisi’nde 12 Mayıs’a kadar süren “Neş’e Erdok 1953 – 2014 Desenler” sergisini gezerken bunları düşünüyordum. Sanatçının 1953 yılında kâğıt üzerine yaptığı ilk resimlerden başlayarak bugüne kadar ürettiği desenlerden oluşuyordu sergi. Ana hatlarıyla Neş’e Hanım’ın akademide aldığı eğitim öncesini, akademi yıllarını ve mezuniyetinden günümüze uzanan çalışmalarını bir araya getiriyordu.
Bütün desenleri içime sindirdikten sonra galerinin sahipleri Evin ve Ümit İyem’e ve Neş’e Hanım’a şöyle dedim:
“Bu sergi, saklanması gereken görüntülerden oluşuyor. Lütfen sınırlı sayıda basılmış, numaralandırmış bir kitabını yapın. Bir sanatçının arşivciliği, sanatının gelişimi üzerine koleksiyon değeri olan çok önemli bir belge olarak tarihe kalacaktır.”
Gidip gezin, bana hak vereceksiniz...