Sentetik DNA: Sanata elektronik imza
Sanatçı, tablosunu tamamladı. Boyası kururken, tablonun bir kenarına Sentetik DNA yapıştıracak. Bu, kendi DNA’sı değil: Adı üstünde, yapay bir DNA. Bunu bir laboratuvar hazırlıyor. Nasıl ki her insanın farklı görünümünü DNA’sı sağlıyorsa, bu tablo da “kendi” DNA’sı ile özgün olacak. Başkası aynısını kopyalasa bile DNA’sını kopyalaması mümkün değil. En azından, “şimdilik” değil. Çünkü sanat dünyasında sahtecilik, son derece olağan. Piyasası 55 milyar dolar hesaplanıyor: Burada bir eserin sahte olduğunun anlaşılması, alana da satana da zarar ziyan. Ayrıca, parayla ölçülemeyecek prestij kaybı.
Şimdilik mükemmel bir önlem gibi görünen bu yenilikçiliği, New York Eyalet Üniversitesi (NYSU) Küresel İnovasyon Merkezi (GCI) sundu. Dünyanın en aktif, en büyük sanat piyasasının bulunduğu New York’ta sahteciliğe karşı önlem olarak Sentetik DNA projesini geliştirdi. Buna 2 milyon dolar desteği, sigorta şirketi ARIS hemen verdi. Böyle bir şeyin işe yarayacağı anlaşılınca ARIS, bu teknolojiyi üniversiteden satın aldı. Ve bu konuyla ilgilenecek kendi şirketini kurdu.
Tablonun e-imzası var
Sentetik DNA sadece tablolar için değil, seramikten heykele bütün sanat eserleri için kullanılabilecek. Bu, tıpkı otomobilin şasi numarası gibi bir şey. Ya da kredi kartındaki güvenlik numarası gibi. Kağıt parada özel ışıkla görülebilen işaretler gibi. Bir tür e-imza.
Sentetik DNA bir laboratuvarda hazırlanan bir biyomühendislik ürünü. Esere zarar vermeyecek. Çevresel koşullardan etkilenmeyecek. Üzerinde oynanamayacak. O eser ile “gerçek” sanat eserlerini sıralayan veri tabanı arasındaki bağ. Gerektiğinde bu sentetik imza, özel bir tarayıcıyla okunabilir. Birisi bu pul kadar küçük DNA’yı oradan kazımaya kalksa bile, iz bırakmadan bunu başaramaz.
İnovasyon, hemen ticarileşti
Yenilikçiliği düşünmek, ortaya çıkartmak 1 numaralı gerek, ama 2 numaralı gerek, o inovasyondan bir fayda sağlamak. ABD’deki girişimin biraz daha farklısını bir İngiliz şirketi yapıyor: Sanat eserine, sadece o esere özgü, üzerinde oynanamayan bir özel yapım etiket basıyor. Bu etikette kullanılan boya, işaretler, şekiller, rakamlar tamamen ve sadece o eser için. Etiketin inceliği 8 – 30 mikron arasında değişiyor. Örneğin, 8 mikronluk alüminyum etiketi yerinden çıkartmaya çalışınca etiket sıvaşıyor, bunu yapanın foyası ortaya çıkıyor. Esere konulan etiket, şirketin kataloğunda kayıtlı. Ama elbette bütün bu güvenlik önlemleri aşılamaz diye bir şey de yok. Zaten bu tür yenilikçi önlemler, yeni eserler için geçerli.
Blok zinciri çare mi?
Bitcoin’le yakından uzaktan akraba şifreli paraların işletim sistemi Blok Zinciri (Block chain) de acaba sanat sahteciliğine karşı bir önlem olabilir mi? Hele de dijital sanat eserlerinin korunmasına karşı? Dijital sanat da çünkü pek hızla değer kazanan bir alan. Sahteciliğe de en uygun sanat dalı: Bilgisayar destekli tasarımla (CAD) taklit edilemeyecek bir şey kaldı mı acaba? Üstelik, dijital sanat zaten internette yaşıyor. İnternet, haklanmaya hep açık.
Bütün bu sorunlara rağmen, dijital sanat eserinin orijinalliğini korumak isteyen galeriler, tıpkı noter veya banka işlemi gibi çalışan Blok Zinciri’ni kullanmaya başladı. Bir dijital esere, “şimdilik” kırılamayacak kadar karışık 34 – 67 haneli karman çorman bir şifre –otomatik ve gelişigüzel- veriliyor. Eser, bu şifreyle izleniyor. Eserin el değiştirmesi sırasında bu şifre sürekli yenilendiği için, eskisinin hükmü kalmıyor.
Louvre’da mini CERN
Sahteciliğe karşı Paris/Louvre Müzesi ise, 2.1 milyon euroya yeni satın aldığı, 37 metre uzunluğunda parçacık hızlandırıcısını (CERN benzeri) kullanmaya başladı. Cihaz, parçacıkları saniyede 20 bin km hızla esere yollayacak, oluşacak radyasyon ölçülecek. Eserin gerçekliğini saptamak için...
Louvre’un 15 metre altındaki laboratuvarda benzer bir cihaz 1989’dan beri çalışıyordu. Ancak günde 8-10 saat işleyebiliyordu. Zamanla sahtecilik bağlantılı sorunlar arttığı için daha ileri teknolojik yeni bir cihaz gerekti. Şimdi 24 saat çalışacak.