Sen dünyayı takmazsan, dünya seni hiç takmaz
Aslında ben bugün lafa “memlekette iyi işler de oluyor” diye başlama niyetindeydim. Hatta başlık öyle olsun diye de düşünüyordum. Ama önce Twitter yasağı uygulamasına kısaca değinmeden geçmek olmaz. Twitter yasağı uygulamasını laf olsun diye söylüyorum. Aslında Twitter yasağı komedisi demem gerekir. Hatırlayın, yasak Nevruz sabaha karşı başladı. Gece şakıyarak uyumuştuk, sabah baktık şakımak artık normal şartlarda mümkün olmuyor. Burada özellikle normal şartlarda diyorum. Çünkü mesela ben ortada bir yasak olduğunu hemen anlayamadım. Geçmişte kalmış bir internet kullanıcısı olarak, bendeniz, hala Blackberry (BB) cihazı ile tweet atıyorum. Bir nevi taş devrinden Fred Çakmaktaş gibi yani. Doğrusu ya, Twitter erişiminde BB üzerinden hiçbir kesinti ile karşılaşmadım. Hala da çalışıyor. Onu engellemeyi kimse akıl edemedi arada. Bu arada elbette Ipad ve Iphone’da VPN’leri filan ayarladık. DNS’leri değiştirdik. Ama onları sonradan yasağın farkına vardıkça yaptım. Cuma günü uyandığımdan beri, Twitter erişimimde herhangi bir kesinti ile karşılaşmadım. Sayın Cumhurbaşkanımızın “sosyal medya kapatılamaz” tweetini görünce erişimin engellendiğini anladım. Ben bunun idare açısından bir utanç kaynağı olması gerektiği kanaatindeyim. Sen kalk, “Twitter erişimini yasaklıyorum” de, sonra da nasıl yapacağını bileme, yasaklamayı bir türlü becereme! O vakit, en başından “Yapamayız, efendim. Rezil oluruz. ” diyeydiniz. Ya da daha iyi tedbir alaydınız. Milleti evden sivil itaatsizlik kampanyasına katılmak mecburiyetinde bırakmasaydınız. Bu sivil itaatsizlik pek bir rahat; evde oturuyorsunuz, aklınıza geleni yazıyorsunuz, çay yanınızda, bizim Pati de arada bir mırıldanıyor. Günlük hayat olağan akışında devam ediyor anlayacağınız.
Twitter yasağı komedisi Türkiye’nin idari kapasite eksikliği probleminin ne kadar kocaman olduğunu gösterdi bana kalırsa. İdaremiz beceriksizdir. Kapasitesi yetersizdir. Bu idari kapasite yetersizliği ile ne Twitter yasağı komedisinin gösterdiği gibi yasak filan konur, ne de reform yapılır. Türkiye’nin temel önceliği devletin idari kapasitesini yeniden inşa etmek olmalıdır. Benim bu Twitter yasağı komedisinden temel çıkarımım budur. Neden Türkiye’nin temel önceliği devletin idari kapasitesinin yeniden inşasıdır? Gayet basit bir nedenle: Evvelki gün Başbakanlık Kamu Diplomasisi Başkanlığı, Twitter yasağı komedisiyle ilgili bir açıklama yayımladı.
Açıklama mealen şöyle:
1. Dünyada pek çok ülkede kişilik haklarına saldıran ve yalan bilgi yayan Twitter hesapları, mahkeme kararları ile askıya alınabilmektedir.
2. Bu konuda bir dizi örnek ülke uygulaması vardır. İngiltere’den, Hindistan’a kadar pek çok ülke Twitter ve Facebook ile konuşarak, hakkında mahkeme kararı olan hesapların askıya alınmasını sağlamıştır.
3. Türkiye’de de bazı Twitter hesapları hakkında aleyhte mahkeme kararları vardır.
4. Biz de tedbir olarak, Twitter bu hesapları askıya alıncaya kadar, tüm memleketin Twitter’a ulaşımını kesiyoruz. Şimdi bu açıklamada eksik olan bölüm şöyle tamamlanabilir: “Başka ülkeler her ne yaptılarsa, artık nasıl pazarlık ettilerse, sulh içinde, Twitter’ın ilgili hesapları askıya alabilmesini sağladılar. Biz bunu nasıl yapacağımızı bilmiyoruz. Bu nedenle bütün Twitter iletişimini kesiyoruz.”
Özet olarak: Pire için yorganı yakıyoruz. Bu işi başka türlü nasıl yapacağımızı bilmiyoruz. Hindistan filan bir şeyler yapıp meseleyi çözmüş ama şimdi öyle kim uğraşacak, konuşacak. Hele bir kapatalım, bakarız artık. Benim bu açıklamadan çıkardığım sonuç şudur: Dünyada ülkeler ikiye ayrılır, idarenin becerikli olduğu ülkeler ile idarenin beceriksiz olduğu ülkeler. Verilen örnekler gösteriyor ki, Türkiye ikinci grupta yer almaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin temel önceliği kamuda idari kapasitenin yeniden inşasıdır.
Türkiye, 1980’lerden önce içe kapalı, miskin bir tarım ülkesiydi. Sonra Turgut Özal geldi. Turgut Bey bize dışa açılarak, dünyanın bir parçası olarak, dünyayı ciddiye alıp, muhatap kabul ederek zengin olabileceğimizi uygulamalı bir biçimde gösterdi. Türkiye zenginleşti. 1996 tarihli Gümrük Birliği ve 2001 iktisadi reformları Türkiye’nin iktisadi dönüşümünün ilk aşamasını tamamlamasına neden oldu. Her ikisiyle de, Türkiye dünyanın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Avrupa ile sanayi mallarında gümrük duvarları kalktı. Türk sanayii yıllardır söylendiği gibi batmadı. Şaha kalktı. Düşük teknolojili bir sanayi ülkesinden orta teknolojili bir sanayi ülkesine dönüştü. Sonra iktisadi dönüşümün getirdiği siyasi dönüşüm süreci 2002 seçimleri ile başladı. Zenginleşen Anadolu, merkeze yürüdü. İyi oldu. Bu arada Avrupa Birliği’ne aday ülke de olduk. Türkiye bütün bunları dünyanın ayrılmaz bir parçası olma kararlılığını koruduğu için gerçekleştirebildi. Ancak 2008’den sonra bize bir haller oldu. Manasız işler yapmaya başladık. Üstüne üstlük, yapmamız gereken işleri de yapmadık. Türkiye, orta teknolojili bir ülkeden yüksek teknolojili bir ülkeye nasıl dönüşeceğine odaklanmaktan vazgeçti. Türkiye, içinde olduğu karmaşık coğrafyaya, “ben şimdi bu karmaşa içinde, bizim konteynırları nasıl buralardan geçiririm” diye bakmaktan vazgeçiverdi. Türkiye, dünyayı takmaya başladığı için 1500 dolar kişi başına gelirden, 10 bin dolar kişi başına gelire ulaştı. Sonra geçen hafta birdenbire dünyayı takmamaya karar verdi.
Ben söylemiş olayım: Sen dünyayı takmazsan, dünya seni hiç takmaz. Artık burada oturur, ayran yapar içeriz. Kendi kendimize yeteriz. Zaten ihtiyacımız olan bir lokma, hırkayı da şu bizim koyunların yününden önümüzdeki kışa yetiştirirsek, değmeyin keyfimize. Gerçi Turgut Bey bize tersini öğretmişti ama neyse.
Kısaca değineyim diye başladığım dipnot çok uzun oldu. Resmi Gazete’de yeni çıkan “fonların fonu düzenlemesi”ne değinemedim. Düzenlemeyi sevdim. Zamanı da uygun. Bu hafta yeni bir komedi olmazsa anlatırım.