Sen de mi Brutus
Rivayet o ki, Julius Sezar M.Ö. 44’te, en yakın dostu Marcus Junius Brutus liderliğindeki bir grup senatör tarafından sırtından hançerlendi, ölmeden önce “Sen de mi Brutus?” dedi. Sezar'ın önce saldırganlara karşı koymaya çalıştığı, Brutus'u görünce, bu sözleri söylediği ve direnmekten vazgeçtiği ifade edilir. Aslında, Sezar'ın bu sözleri söylemediğine kesin gözüyle bakılıyor. Her şey William Shakespeare’ın, başının altından çıkıyor. “Sen de mi Brutus?” sahneye çok yakışıyor. Herkes gibi bu özdeyişi biz de seviyoruz, ihanete uğradığımızda sakınmadan kullanıyoruz. Çok da sık ihanete uğradığımız için sıkça kullanıyoruz.
15 Temmuz Cuma günü yaşananlar gibi… Türk halkı güzel bir hafta sonu yaşamak üzere işten çıktı, kimi evine kimi sosyal olmak üzere eğlenceye doğru yola koyuldu. Olan oldu. Bir hafta sonuna bu kadar çok olay sığdırmayı başarabilen tek ülke olmalıyız. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir grup, darbeye kalkıştı. Kendi halkına silahla saldırdı. Ölenler, yaralananlar oldu. Kan içinde boğulduk, umutlarımızı ve güvenimizi bitirdik. Bu güven ne zaman geri gelir, gelir mi şüphem var. Yeniden oluşturmak için çok çalışmamız ve çabalamamız gerekecek. Korkarım bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
TSK, güvendiğimiz tek kurumdu
Bizi dünya üzerindeki toplumların çoğundan ayıran en belirgin özelliğimiz genel olarak güven duygusundan yoksunluğumuz. Yüzyılların getirdiği korkulara, endişelere sahibiz. Biriktirdiğimiz tecrübeler var. Taht için çocuklarına, kardeşlerine kıyan padişahların serüvenlerini yansıtan diziler izlenme rekorları kırıyor.
Modern zamanın da tarihten farkı yok, tabii her şey kendince... Evi kiraya vereceksiniz, “kiracı, kirayı öder mi” gibi bir güvensizliğiniz var..” Ev kiralayacaksınız, “Ev sahibi Almanya’da olmayan oğlunu getirip beni çıkarır mı?” diye güvensizliğiniz var. Yeni işe başlayacaksınız, “acaba beni çıkarırlar mı?” diye endişeniz var. Evleniyorsunuz, daha başından “beni terk eder mi” diye güvensizlik yaşıyorsunuz. Bir davanız var, “acaba avukat karşı tarafla anlaşır mı?” diye korkuyorsunuz. Araştırma datanız var, çıkan sonuçtan şüphelenince “Anketörlerin bu anketleri yaptığını nereden biliyorsunuz?” sorusunu soruyorsunuz. Karşımızdaki için her an “Acaba bana ne yapacak, nasıl bir üçkağıtla karşı karşıya kalacağım” endişesindeyiz. İçimizden “… ailem, yakınlarım, köylüm, arkadaşlarım dışında kimseye güvenmemeliyim” diye geçiriyoruz.
Trajikomik halimiz
Yakın geçmiş araştımalarına başvurarak resmetmek istiyorum: Türkiye Değerler Atlası (2012 - 4 yılda bir açıklanıyor) sonuçlarına göre Türkiye, dünyada kişilerarası güvenin en düşük olduğu ülkelerden biri. Bu durum 1990’dan beri hiç değişmiyor. Toplumda 10 kişiden biri, genelde insanlara güvenebileceğini söylüyor. Kurumlara güven sıralamasında geleneksel olarak birinci sırada çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) 2008’den beri düşüş yaşıyor. Bu araştırmaya göre Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM), hükümetlere güven hep orta karar… AB’ye ABD’ye güvenin düşük olduğunu söylemeye gerek yok.
Kadir Has Üniversitesi Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması 2015 sonuçlarına göre,
TSK vatandaşın en güvendiği kurum. Sıralama şöyle: Asker, polis, üniversite. En az güvenilen kurumlarda ilk üç: TBMM Başkanlığı, medya, siyasi partiler. Türkiye’de yaşamaktan duyulan memnuniyet sorgulandığında; “çok mutlu” olanlar artık “mutlu”, mutsuz olanlar “çok mutsuz”.
Global Türkiye Toplumsal Eğilimler anketi (2015)’e göre Jandarma ve ordu diğer kurumlara kıyasla en güvenilir kurumlar olarak öne çıkıyor. Sonra polis, cumhurbaşkanı, TBMM, hükümet, yargı ve medya diye ilerliyor. Katılımcılar özgürlüklerden şikayet ediyor, yolsuzluk yapıldığını düşünüyor, yolsuzluk sanığı bakanların Yüce Divan’a gitmemesini hazmedemiyor. Hakkını alamayacağına inancı tam, yargıya güvenmiyor. Kadınsa, kendisini hiç güvende hissetmiyor. Hayatından memnun değil.
Geçtiğimiz yıl sonuçlandırılan Metropoll Araştırma Şirketi’nin anketinde de benzer bulgular var. Özetle; yolsuzluklar arttı, ekonomi kötü yönetiliyor, yargı hükümetin kontrolü altında, düşünce ve ifade özgürlüğü sorunlu, basın baskı altında, eğitim politikaları başarısız… Ordu, en güvenilen kurum. Onu, polis ve TBMM izliyor. Cumhurbaşkanlığı dördüncü sırada.
Güvendiğimiz dağlara da tepelere de kar yağdı!
Oxford Sözlüğe göre güven, bir kişi veya kurumun nitelikleri veya özelliklerinin doğruluğuna inanmak, kanıt olmaksızın bu kişi veya kuruma itibar etmek demek. Karşı tarafın konuşma, davranış ve kararlarında fırsatçı bir şekilde hareket etmeyeceğine dair sahip olunan olumlu beklenti, insanların zafiyetlerini ve refahlarını diğer sektörlerin eline bıraktıkları bir psikolojik durum…
15 Temmuz darbe girişiminde 104'ü darbe yanlısı asker, 300'den fazla kişi hayatını kaybetti, Bin 491 kişi yaralandı, farklı rütbelerden 2 bin 839 asker, 2 bin 745 adli ve idari hakim gözaltına alındı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu’nun 5 üyesinin, üyeliği düşürüldü. Danıştay’ın 10, Anayasa Mahkemesi’nin 2 üyesi gözaltı ve tutuklamayla karşılaştı. Ayrıca Emniyet’ten bin 899, İçişleri Bakanlığı’ndan 8 bin 777, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan 15 bin 200, Diyanet’ten 492, Başbakanlık’tan 257, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan 393, 614 jandarma, 30 vali ve 47 kaymakam görevden alındı.
(Not: Bu rakamlar anlık değişiyor, iniyor çıkıyor, yayılıyor.)
Bu nasıl bir travma?
Ey… yürütme, yargı, yasama erkleri kaybettiğimiz güven duygumuzu yeniden tesis edebilecek misiniz? Biz kime güveneceğiz? Bunu yapmaya ne hakkınız var? Hangi birinize, “Sen de mi Brutus” diyeceğimizi şaşırdık.
Travma, toplumun hayatındaki savaş gibi, büyük felaketler gibi, depremler gibi olaylar. Darbe girişimi de aralarındaki yerini aldı. Hepsi kültürde değişikliğe yol açıyor. Tam, “…bari çocuklarımızı bu darbe zihniyetinden kurtardık, onlar darbe nedir bilmeyecek…” demişken, yakıştı mı? Bu çocukların bizlere yeniden güvenmesini nasıl sağlayacağız, cevabı olan var mı?
Milletçe bir travma yaşıyoruz. Güven duygumuzu acilen toparlamamız gerekiyor. Güven duyulan ortamlarda zorbalık yerine, memnuniyet hüküm sürüyor. Sokaklarımız Teksas gibi, belinde tabancası, elinde palası olan kendi adaletini kendisi tesis ediyor.
Profesör Yılmaz Esmer, Değerler Endeksi ve Güven Araştırmaları’nın yıllardır içinde. Bir söyleşimizde “Yıldız Savaşları Çağı’nda Taş Devri’nin duygularıyla yaşıyoruz.” demişti. Devamındaki izahını da paylaşayım; “…Temel insani duygular öyle kolay kolay akşamdan sabaha değişmiyorlar. Onun için şu varsayım doğru değil, teknoloji öyle bir hızla değişiyor ki, hepimiz çok değiştik. Teknoloji hızla değişiyor olsa da bireyler olarak sosyal hayatta durduğumuz yerler hızla değişmiyor...”
Fabrika ayarlarıyla bu kadar sık oynamak doğru değil. Orman kanunları bize yakışmıyor. Biz Türkler güzel, yetenekli insanlarız. Böyle kalalım.