Sema ile bir otobüs yolculuğu
“Ben, sürekli hiçbir yerde kalmak istemiyorum. Hani gezgin olmayı tercih ettim galiba. Biraz Yunus misali, biraz Pir Sultan gibi, biraz Evliya Çelebi, biraz Nâzım gibi... Biraz sürgünde olmak... Yani sırtımdaki küfem çok dolu, ama altında beni hiçbir zaman ezmeyen bir yük o. Hep kazandığım bir yük...” demişti bir sohbetimizde Sema Moritz. İşte yine bir yolculukta, hem de bu kez yanımdaki koltukta... Almanlar, Almanya’dan dönüş yapan Türklerden oluşan bir grupla Eskişehir’e, kuşkonmaz hasadına gidiyoruz. Sema da yıllardır İstanbul-Berlin arasında yaşamıyor mu? Yolculuk uzun; yeşillikler, dağlar tepeler, nehirler güzel, ama sohbetsiz çekilmiyor ki…
Yunus Emre'den Nâzım Hikmet'e, Bertolt Brecht'ten Süleyman Çelebi’nin “Mevlid”ine kadar uzanan projelerin sahibi Sema. 1895 - 1940 arası İstanbul' da sahne almış kadın şarkıcıların söylediği tangolar, fokstrotlar, valsler, operetler yoğunlaştığı dallardan biri. “Oktavlar arasında dolaşan taş plak sesli kadın" olarak da tanınıyor.
Ve ne şanslıyım ki hemen kıyıcığında oturmuş onu dinliyorum:
“3 Haziran’da ‘Nâzım - Brecht Karşılaşmaları’nı sahneleyeceğim İzmir’de… 20. yüzyıl sanatını derinden etkilemiş iki büyük şair Bertolt Brecht ve Nâzım Hikmet, aynı çağda, aynı yıllarda, iki ayrı ülkede benzer kaderleri paylaşmışlar. İki aşk şairi, her ikisi de günümüzde her zamankinden daha güncel. İkisi de sanatı bir daha geriye döndürülemeyecek ölçüde başkalaştırıp inançları ve inatlarıyla insanlığa ilham kaynağı olmuşlar.
Nâzım meselâ, son derece duygusal 'sekseninde de olsan aşk çekeceksin’ demiş. Brecht ise ‘Bir çivi çakma duvara, iskemleye savur ceketin, seni sılaya çağıran haber, anadilinde.’ O, kendi ülkesinden gerçekten çok umutsuz, Nâzım ise umudunu yurtdışında bile hiç kaybetmiyor. Ama ikisi de aynı zamanda çok âşık. İkisinin de gönlü, aşktan yana çok bol.
Bu buluşma için hazırlanan sahne tasarımını Erkal Yavi, her şarkı için bayraklar yaparak donattı. Ses, müzik ve mekân birbirini tamamlıyor.”
Sema’nın son çalışmalarından birisi, Boyut Yayıncılık’tan çıkan Beyoğlu’nda yaşayıp Beyoğlu’nda ölmüş bestekâr Karnik Garmiryan’ın şarkılarını seslendirdiği CD kitap.
“Tesadüfen Aras Yayıncılık'ta Karnik Garmiryan nota kitabını gördüm, biraz uğraşmaya başladığımda da şarkıların kâğıt üzerinde kalmamasını, kaydedilmesini, yok olmamasını istedim. Aslında çok popüler olabilecek olanları var içerisinde. Ama o da çok utangaç, çekingenmiş benim gibi. Bu besteler gün yüzüne çıkamamış. Bir ikisi okunmuş taş plağa, ama onlar da ortalıkta yok. Albümü Berlin’de kaydettim. Alman müzisyenler çaldı. Biliyorsun Berlin’i çok seviyorum, kendimi hep Berlinli gibi hissediyorum. İstedim ki oraya Garmiryan'la birlikte gidelim.
Sağ olsun Ara Güler de beş fotoğrafını verdi. Kitapta ise hem benim yazım var, hem de Alin Taşçıyan’ın.”
Sema tam burada koltuğundan biraz doğruluyor “Yıldızların Altında”nın ilk sözcükleriyle billur gibi bir ses otobüse yayılıyor; Almanca, Türkçe konuşma sözcükleri susup pür dikkat kesiliyorlar…
Şarkı bitince bir süre susuyoruz. Sonra yeniden soruyorum. Başka projeler?
“Olmaz mı?! Ben projelerle yaşıyorum. Şu anda yapmak istediğim en önemlilerinden bir tanesi Tahsin İncirci’nin Nâzım bestelerini gün yüzüne çıkarıp kaydetmek. Ama bunun için para lâzım, orkestra lâzım, çok iyi bir stüdyo lâzım…
Başka bir projem de ‘Anneler Ninniler.’ Kadına şiddet günbegün artıyor. Artmasının da nedenleri var, çünkü kadın eskisi gibi itaatkar değil, eşit olmak istiyor. Yani ‘senin ne hakkın varsa benim de var,’ diyor. Anadolu kadını söylediği ninnilerde, örneğin Burçak Tarlası’nda hem ağaya çatar ‘Aman da ne zormuş Burçak Tarlası’nda gelin olması’ der, öbür tarafta da kaynananın ona yaptığı eziyeti söyler. İşte bu ‘Anneler Ninniler’i kaydetmek istiyorum, konserlerini yapmak istiyorum.
Durmuyorum ya! 60 oldum, ama durmuyorum.”