Seçmen neye göre seçmen?
ABD'nin Chicago İllinois Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali T. Akarca'nın akademik uzmanlık alanı seçmen davranışlarını ve politik süreçleri "ekonometrik modeller" ile incelemek ve anlamlandırmak. Yıllardır bu konu üzerinde çalışıyor. Türkiye'yi de 1950 yılındaki ilk çok partili genel seçimden itibaren genel ve yerel seçimler temelinde araştırıyor.
Akarca, 12 Haziran 2011 genel seçimine ilişkin araştırma sonuçlarını Türkiye Politika Araştırmaları Vakfı (TEPAV) ile İktisat, İşletme ve Finans Dergisi'nin birlikte düzenledikleri toplantıda (2 Mayıs 2011) açıkladı.
O toplantıda Akarca'nın dinleyicileri arasındaydım. Bir cümlesi ezber bozacak cinstendi: Seçmen sınıfına giren vatandaşlar Amerika'da Avrupa'da benzer politik davranış kalıplarına sahipti. Türkiye'de de seçmen davranışı Avrupalı veya Amerikalı seçmenden hiç farklı değildi.
Akarcalı'yı dinlerken. Türkiye'de, özellikle son dönemlerde seçmen kitlesini siyasi meşrebine göre "bidon kafalı"dan "en güçlü sağduyuya sahip insan türü"ne kadar geniş bir parantezde sınıflandıran ve bunun Türkiye'ye özgü bir hal olduğunu savunanlar aklıma geldi.
Benzeşme nasıl yorumlanmalıydı; "Onlarda da bidon kafalılar ile en güçlü akıl, bilinç ve sağduyu sahibi seçmen var" deyip teselli mi bulmalıydık…Yahut, "seçmen her yerde seçmendir, çoğunluk günlük hayatına bakar, siyasi tercihini buna göre yapar" deyip gerçeği mi kabullenmeliydik?
Gerçek ikinci şıkta
Türkiye araştırmasının başlığı "Seçimden Nasıl Bir Sonuç Beklenmeli." Akarca sunumuna başlarken, açıklayacağı bulguların sadece Türkiye'ye özgü olmadığını ısrarla vurguladı. Bunu da kaydederek, aldığım notları aktarayım.
Türk seçmen dünya görüşüne uyan, ekonomik çıkarlarını koruduğuna inandığı partiyi tutuyor, destekliyor. Ancak, bir istisna var: Bu seçmen türünün yüzde 14 kadarı iktidarın gücünü dengeleme için "stratejik oy" kullanıyor; oyunu başka partiye kaydırıyor.
Bu çerçevede Türkiye'de seçmen özellikle genel seçimlerde iktidar ve muhalefet partilerini değerlendirirken yalnız seçimden önceki bir yılı dikkate alıyor; daha geriye gitmiyor.
"İktidar" konumundaki partiler genel veya yerel her seçime yüzde 7 civarında ilâve oy desteğiyle giriyor. Buna "iktidar avantajı" deniyor. Sebebi şu: Seçimlere bu konumda girmek; "siyasi sesini" rakiplerine göre daha güçlü duyurmak, kaynak tahsis gücünü elinde tutuyor olmak, yatırım ve sosyal destek alanlarını belirlemek gibi etkenlerle "iktidar aşınmasını" azaltıyor.
Seçmenin siyasi davranış ve tercihlerinde ekonomi büyük rol oynuyor. Ekonomide gidişat kötü ise, iktidar partisinin girdiği genel veya yerel seçimde oy kaybetmemesi imkânsız.
Oylara ne kadar yansıyor?
Akarcalı 1950 yılından itibaren 28 genel ve yerel seçimi kapsayan ekonometrik modelinde "stratejik oy verme", "iktidar maliyeti", "ekonomik başarı" gibi temel ve faktörel kavram ve bunlara dayalı geliştirilmiş formülleri kullanıyor. Ve, şöyle ilginç bulgular çıkıyor ortaya:
Seçmen davranışında ekonomik durumun etkisi, seçim sandığına enflasyona karşı duyarlılık şeklinde yansıyor: Enflasyon oranındaki her yüzde 1'lik değişim oylara binde 12 oranında yansıyor; tabii, olumlu ya da olumsuz…
Seçimlerden bir öncesi itibarıyla kişi başına düşen gelirdeki 1 puan büyüme iktidardaki partinin oylarını 1 puan artırıyor. Seçmen ekonomik büyümeye, enflasyon gibi faktörlerden daha büyük önem veriyor. Yani, iktidarların oy garantisi ile har vurup harman savurdukları "seçim ekonomilerinin" sebebi bu.
Türkiye'de 2002 yılından beri seçmen davranışında bir eğilim değişikliği görülüyor. Akarcalı bunu "taraf değiştirme eğilimi" kavramıyla seslendiriyor. Buna göre, seçmen eskiden farklı olarak artık "menfaatini hangisinde görüyorsa" desteğini o partiye veriyor.
Akarcalı, araştırmanın esas amacı olmamakla birlikte iktidardaki parti için seçim sonuçlarını tahminde kullanılabileceğini de belirtti. Kendisinin mevcut parametrelere göre tahmini mi? AKP yüzde 44,23. Bakalım tutacak mı?