Seçmen davranışı üzerine kısa not

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Yeni bir parti kuruldu. Böyle durumlarda geçmişte seçmen nasıl davrandı? Ekonominin çok önemli olduğunu ve seçmen davranışının ‘ekonomik oy verme teorisi’ (rasyonel seçmen) tarafından normal şartlarda, kırılma anları dışında açıklanabileceğini söyleyebiliriz. ‘Ekonomik oy verme teorisi’ denince akla hemen ‘kim daha fazla vaat ederse oy ona’ gelmesin. Daha çok refah ve güven temelli geriye dönük değerlendirme yapan ama bu değerlendirmeyi sembolik/kültürel kanallardan geçirerek yapan bir şekilde ‘rasyonel’ bir davranış türünden bahsediyoruz. Bu teori adının çağrıştırabileceği kadar “mekanik” biçimde işlemiyor. Önce birkaç nokta. 

Oy verme davranışı “inersi” (süreklilik, durgunluk, geçmişteki eğilimin süredurumu) göstermektedir. Fakat bu “inersi” seçimden seçimedir. Arka arkaya 4 genel, 4 yerel seçim gibi bir 14-16 yıllık bir pencere açarsak, partilere sadakat azalıyor. Yerini ne alıyor? Türkiye'de, dünyada gelinen noktada artık nasıl tanımlanacaksa, sağ-sol arasında akışkanlığın son derece düşük olduğunu görüyoruz. ‘Ekonomik oy verme teorisi’ –nasıl tanımlandığı ve zihinlerde hangi siyasal psikoloji ve siyasal kültür kanallarıyla temsil edildiğinden bağımsız olarak- ekonomi faktörünün çok önemli olduğunu söylüyor. Dolayısıyla doğrudan doğruya iktidarın performansına odaklı –ancak mekanik çalışmayan- bir açıklama tarzıdır. Seçmen “seçimden önceki son yıl işlerim bozuldu” dediği anda doğrudan iktidarı sorumlu tutma eğilimine giriyor. Bunun aynadaki aksi şudur: İşler iyi gidiyor algısı yerleşikse iktidar sırf bu nedenle bile prim yapar. Ancak genel olarak ekonomi faktörünün ağırlığı muhalefetin aleyhine bir ağırlık çünkü seçmen alternatif programla daha iyi bir ekonomik gelecek perspektifine değil, geçmiş performansa dayalı kısa dönemli retrospektife bakıyor. Yani seçmen “göreceli” değerlendirmeyi sadece zaman içinde kendi durumuna ve geçmiş iktidarlara göre yapabiliyor. Seçmen muhalefet partilerinin “daha iyi” performans çıkarıp çıkaramayacağını incelemeye odaklanmadığı için aslında ekonomi faktörü “mutlak” bir faktöre dönüşüyor. Bu çok önemli.

Burada “mekanik olmama” hali devreye giriyor. Ordinal (sıral) değil, ikili (binary) ve olsa olsa kardinal (mutlak) bir ölçümden bahsedebiliriz. Varsayalım ki seçmen geleceğe baksın. Pek bakmıyor ama diyelim ki sadece beklentiler oluşturup bunlar üzerinden davransın. Örneğin “gelecek perspektifinde azalan sırayla X partisi 3, Y 2, Z 1” sıralaması yapılsa bile –ki söz konusu değil; perspektif değil retrospektif söz konusu- seçmen oyunu bu sıraya göre verme eğiliminde olmamaktadır. Yani ‘gelecekte X veya Y daha iyi iş yapacak, refahımı artıracak ve diğer ihtiyaçlarıma cevap verecek’ diye düşünülse dahi sırf bu nedenle oylar X’e veya Y’ye kaymamaktadır. Başka nedenler de lazım. Bu nedenler siyasal psikolojiyle ilgili çünkü değerler/tercihler/oylar şeklindeki aktarma kayışı zihniyet dünyasında sembolik düzlemde yer alıyor. ‘Ekonomik oy verme’ genel olarak açıklar diyoruz ancak bu açıklamanın dolayımlarla işlediğini söylemek kaydıyla.

Somutlayalım. Tercihler değişmediği, ülkede yeniden bir siyasi konumlanma yaşanmadığı durumda, sadece seçmen davranışının mekaniğiyle bakarsak, AK Parti'nin gerileyebileceği en düşük seviye %40 civarıdır. Özetle (i) büyük bir olay (Öcalan vakası, 1999, “milliyetçi an”) (ii) büyük bir ekonomik kriz (2009 belediye seçimlerinde AK Parti yüzde 39’a geriledi ve bu skorda krizin ciddi etkisi vardı ancak aday seçimi ve özel bir vaka da etkili oldu) –ama krizler olsa olsa iktidarda kim varsa onu biraz yıpratıyor, o kadar (iii) siyasi merkezin çok büyük bir meşruiyet ve hegemonya krizine girdiği bir toplumsal durum (iv) Sadece bir kere, 1977’de olduğu gibi “solun” üst-belirlendiği bir ideolojik amalgamla ortaya çıkılması gibi durumlar dışında geleneksel sağın karşısındaki herhangi bir sol/sosyal demokrat ya da ona benzer çizgi doğal bir sınıra çarpmaktadır. Bunlar biliniyor. Ancak iktidar partisinin oylarında yüzde 20’lik –yani toplamda 10 puanlık- oynaklık olabildiğini de gördük. Az değil. İşte meselenin asıl odağı da bu seçmenler (swing voters).

Sadece Türkiye’de değil mesela İtalya’da da büyük boyutta yolsuzluk veya beceriksizlik örnekleri karşısında durum iyi anlatılabilirse –medya etkisi- seçmen ciddi reaksiyon gösterebiliyor. Seçmen “rasyonalitesine” dayanarak ancak bu kadarı mümkündür: İktidar partisi kendisine göre ciddi oy kaybedebilir. Ama “değerlerle”, sembolik aktarımla ilgili söylenenler doğruysa, oylar komşu partiye gidecektir. Bir başka deyişle, verilerde seçmenin çizgi/hat/blok sadakati var. Ama zorunlu olarak tekil bir partiye o kadar sadakati yok. Benimsediği çizgiye çok benzer bir çizgiyi başka bir partinin (daha iyi) temsil edeceğine ikna olursa oy kayması yaşanabiliyor. Bu kayma da toplam oyların yüzde 10’unu aşmıyor. Tümden kayma ancak ve ancak daha önce bu bloğu temsil eden partinin siyasi alandan silinmesiyle mümkün. Bunun nedeni açık: Temsil eden aynı zamanda temsil ettiğini değiştirir ve konsolide eder. Gayet açık: Seçmen gökten zembille inmiyor. Bugün ANAP ve DYP gibi iki parti olsaydı ve oyları yüzde 10 civarında seyretseydi bu oyların tamamına yakını iktidar partisinin oyundan düşecekti. Buradaki blok “çizgi sadakatine” sahip: Oylar CHP’ye gitmez. CHP ‘ben de bu bloğa dahilim aslında’ diye senelerce çabalasa bile olmaz. Bu blok, nasıl diyelim, “tarihsel bir blok”.

Ekonomik faktör, “durum kötü, iktidar kötü” veya “durum iyi, iktidar iyi” ikili seçiminden geçerken “iyi de ne kadar iyi veya kötü de ne kadar kötü” kardinalliği olsa olsa iktidarın hangi ölçüde oy kaybedeceğini veya kazanacağını, ceteris paribus, belirliyor. Yine de ekonomik oy verme tezi mekanik biçimde çalışan bir tez değil çünkü hiçbir toplum kararlarını böyle almıyor Üstelik bir adım daha atılabilir: “Sübjektif değerlendirmelerin objektif olarak ölçülebilir gerçek etkisi” diyebileceğimiz bu duruma çok sayıda örnek bulunabilir. Bu durumda sosyalistler hiç, CHP çizgisi neredeyse hiç iktidara gelemediği için, rasyonel seçmen teorisinin merceğine tam olarak ancak yerelliklerde girebilir.

Yeni parti ‘çizgi sadakati’ avantajına sahip. Acaba tekil parti olarak temsiliyet avantajı hangi partide? Başka türlü söylersek, AKP çok mu “eskidi” ki bir ve aynı “tarihsel blok” başka bir temsile ihtiyaç duysun? Bilmiyoruz. Göreceğiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019