Seçimden sonra iş stratejimiz ne olmalı?
İş dünyası olarak seçime kilitlendik. İki sebep var, birincisi seçim sonrası kazanan ittifaka göre ülkenin siyaset ve ekonomi politikası şekillenecek, ikincisi alacağımız kararlar için belirsizliğin sona ermesini beklemekteyiz.
İlk senaryo
Mecliste oluşabilecek dengeyi bir tarafa bırakıp, sadece Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanalım. İlk senaryo mevcut ittifakın kazanması. Bu senaryoda, hali hazırda uygulanan düşük faiz odaklı ekonomi politikasına devam edileceği bizzat en yetkili ağızdan söylendi.
Bu ortodoks politikaya dönülmeyeceği anlamına geliyor. Aynı zamanda, siyasi açıdan da Avrupa ve ABD ile ilişkilerin bu seviyede devam edeceğine, Rusya, Katar, Suudi Arabistan, Çin, Azerbaycan ve diğer Türk Devletleri Teşkilatı’na mensup ülkeler ile olan iyi ilişkilerin ise sürdürüleceğine işaret.
Buradan mevcut ekonomik tabloya yakın bir tablo beklemek olası. Düşük faiz, yüksek enflasyon, halkın yatırım araçları bulmakta zorlanması, otomobil ve konuta hücum, bunların fiyatlarının artması, yüksek kira oranları, şirketler açısından finansa erişim zorlukları, vb. Bir tek kur parametresinde bir gevşeme bekliyorum, zira seçim kazanıldığı için mevcut iktidar partileri kuru siyasi bir risk olarak görmeyecektir.
Bu tablo ne kadar sürdürülebilir? Bu ayrı bir tartışma konusu. Ancak şirketlerin böyle bir senaryoya hazırlık planları olmalı. Bu ekonomi ve siyaset politikası devam edecek ise şirketlerin üç ana stratejiye önem vermeleri şart; yurt dışı satışları ve döviz kazancını artırma, nakit bazlı yönetim anlayışı sergileme, verimlilik ve maliyet/gider tasarrufları. En az 1,5 sene bu üç stratejiye devam edilmeli. Paranın aşırı kıymetli olacağı bu dönemde, ölçeğe oynamak, fiyat rekabetine girmek ve yatırımlar ile özsermayeyi eritmek akıllıca olmaz kanaatindeyim. Hele de borç kaldıraç oranınız yüksek ise.
Bu esnada, iktidar iç talebi canlandırmaya çalışacak, bu durum da yine enflasyon döngüsünü besleyebilir. Ancak iç talebin marjinal tüketim eğilimindeki azalış nedeniyle, satışlara dönmeme ihtimali de var. Diğer bir ifade ile talep, son iki senedir zaten aşırı yüksek olduğundan, gelecek dönemlerde tüketim ihtiyacı ortadan kalkmış olabilir. Yine kanaatimce 1,5 sene sonra, yeniden bir ortodoks politika tercihi kaçınılmaz olacaktır. O zamana kadar ayakta kalmak önem arz edecek.
İkinci senaryo
İktidarın değişmesi durumudur. Bu halde, ekonomi politikası yeniden 2000’lerin ortodoks çizgisine kayar. Batı ve ABD ile ilişkiler artar. Diğer ülkeler ile iyi ilişkiler korunabilirse, bu durum ticaret hacmi ve yabancı sermaye yatırımlarını artırabilir, zira Türkiye’de şirketlerimiz ucuz.
Tabi bu senaryoda yapısal reformların yapılacağı, güçler ayrılığı dengesinin güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilerek tesis edileceği varsayımı altında geçerlidir. Neticede CDS’ler başta olmak üzere, pek çok parametrede iyileşme beklenebilir, ancak bu süreç de zaman alır. En az 1,5- 2 sene dengeleme ile geçer. Faiz-kur- enflasyon saç ayaklarının doğru noktada dengelenmesi ile finansa erişim sorunu çözülebilir, şirketler önünü daha fazla görebilir ise yatırımlar artabilir.
Bu senaryoda risk şu; bütçe disiplini ve cari açığa yönelik politikalar uygulanacağı için, iç talepte gerileme söz konusu olabilir. Bu halde firmaların dört ana stratejiyi uygulamaları gerekiyor; yine yurt dışı satış ve döviz gelirlerini artırma, yurt dışından yatırım alma veya halka arz, kar odaklı yönetim ve inovasyon yolu ile farklılaşma. En az 2 sene bu dörtlü strateji devrede olmalı. Özetle, seçim sonrası kimin kazanacağına göre şirketlerin stratejik tercihleri ciddi oranda değişecektir. Ancak belirsizlik döneminin bir süre daha devam edeceğini öngörüyorum. Soru veya yorumlarınız için bana e-posta gönderebilirsiniz.