Seçim sürecinde ekonomi ve sonrası
Türkiye’yi uzaktan izleyen birisi “Bu ülkede çok sık seçim yapılıyor, demek ki demokrasi en üst düzeyde” diye düşünür herhalde. Geçtiğimiz on yıl içinde yerel seçimler, genel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimi falan derken neredeyse bir düzineye yakın seçim yaptık. Aslında bu kadar seçim yapıyor olmamız olumlu bir yanı da var. Siyasiler seçmen iradesini enselerinde hissediyor demektir ki bu iyi bir şeydir. Şimdi, 24 Haziran’da bu hissettirme işini bir kez daha yapacağız. Üstelik bu kez sistemi de değiştireceğiz.
Sistem değiştirme meselesinin önemi nedeniyle olsa gerek, bu kez seçim süreci daha çekişmeli ve çatışmalı oluyor gibi. Aslında, belki ipin ucu biraz kaçmış gibi görünüyor olabilir ama ülkeyi erken seçime götüren iktidar tarafı her zamanki olağan seçim hazırlıklarını yapıyor. Hazırlıkların söylev ve söylem kısmını kastetmiyorum. Bir de ekonomide yapılan seçim hazırlıkları var. Bu tür hazırlıkları “seçmene dönük olacak şekilde ekonominin cıvatalarını gevşetmek” olarak tanımlamak mümkün. Bu cıvata gevşetme işine seçim ekonomisi diyoruz. İstisnası var mıdır bilmiyorum ama hemen bütün ülkelerde seçime giderken seçim ekonomisi kullanılıyor. Az veya çok cıvatalar gevşetiliyor. Hangi cıvataların gevşetileceği de belli. Siyasi otorite devlet maliyesini görece daha gevşek bir konuma taşıyor. Para otoritesi de para politikasını gevşetiyor. Bu gevşeklikten eline daha çok para geçerken daha az vergi verecek, dolayısıyla bir tür zenginleşme duygusuna kapılarak harcamalarını arttıracak olan seçmenin kendisine bu olanağı sağlayan siyasi kadroya daha fazla oy verip, bir kez daha iktidara taşıması bekleniyor. Seçim tamamlanıp, sonuçlar belli olunca bu kez ters yöne dönüp, cıvataların yeniden sıkılaştırılması gerekiyor. Zira iktisat politikalarındaki gevşeme ekonominin temel dengelerini bozuyor, önemli sorunlar yaratıyor. Seçim sonrasında bir süre politikaları ters yöne çevirip, biraz sıkılaştırma yaparak bu sorunları aşmak gerekiyor.
Biz seçim ekonomisi işinin üstadı sayılırız. Hemen her seçimde ekonominin cıvatalarını gevşetme alışkanlığımız var. Kimi zaman bunu ölçüyü kaçırmadan yapıyoruz. Çoğu kez de ölçüyü kaçırıp, cıvataları yalama yapıyoruz. Bu defa da seçim ekonomisine kaydığımızı gösteren işaretler var. Ölçünün kaçıp kaçmadığını söylemek için henüz erken. Ama son günlerde gündeme taşınan önlem paketleri iktidarın ciddi bir gevşeme peşinde olduğunu ima ediyor. Seçmeni doğrudan ve hemen etkileyecek olan maliye politikası gevşemenin ana ekseniymiş gibi görünüyor. Tersi söyleniyor olsa bile para politikasında da gevşeme yapıldığı seziliyor. Malum, söz konusu mali ve parasal gevşeme 2017 yılının başından bu yana devrede. Bunu ilk somut sonucunun da büyüme bağlamında ortaya çıktığını biliyoruz. Bu yılın başından bu yana da özellikle maliye politikasındaki gevşemenin dikkat çekecek ölçülere taşındığını söylemek mümkün.
Uygulanan politikaların ekonomik dengeler üzerinde yarattığı bozucu etkiler de ortaya çıkmış durumda. Hızlanan büyüme neredeyse bütünüyle iç talep çekişli bir karakter taşıyor. Bunun zaten hızlı olan enflasyonu daha da hızlandırdığını söylemek mümkün. TCMB’nin yeni açıkladığı enflasyon raporunda 2018 yılı sonu enflasyon hedefinin yüzde 7.9'dan yüzde 8.4 düzeyine yükseltilmesi enflasyondaki hızlanmanın yıla yayılacağını söylüyor. İç talebe yaslanan hızlı büyüme aynı zamanda ithalatı hızlandırıp, dış dengeyi bozmuş durumda. Yılın ilk çeyreğinde toplam dış ticaret açığı 20.7 milyar dolar olarak gerçekleşti. Yılın bütününde bunun 70 milyar dolara ulaşabileceği tahmin ediliyor. Cari işlemler açığının GSMH'ya oranının da 2016'da yüzde 3.8 den 2017 sonunda yüzde 5.5 düzeyine sıçramış olması da dış açığın alarm verecek boyuta ulaştığını gösteriyor. Dış açığa ilaveten içerideki bütçe açığının da büyüdüğü gözleniyor. Merkezi yönetim bütçesi 2017 yılı Ocak-Şubat döneminde 4.6 milyar lira fazla vermişken 2018 yılının ilk iki ayında 201 milyon lira açık vermiştir. Son günlerde açıklanan yeni önlemlerin daha çok harcama ağırlıklı olduğunu dünürsek, 2018 yılı bütçe açığının önemli bir boyuta ulaşma olasılığı olduğunu söyleyebiliriz. Dikkat ederseniz en çok çekinilen “ikiz açık” bu seçim döneminde yine ortaya çıkmış durumda.
Seçim sürecinde iç ve dış dengede gözlenen açıklar, kuşkusuz seçim sonrasına sarkacaktır. Seçim sonrasında bu açıkların toparlanmasının gündemde ağırlıklı olarak yer alacağını söylemek kehanet olmaz. Seçimin öne alınmış olması daha hızlı bir toparlanmaya imkan verecektir. Bunun temel koşulu görece yavaşlamış bir büyümeye rıza göstermek olacaktır. Bütçe açığındaki toparlanma görece daha kısa sürede sağlanabilir. Dış açık, enflasyon gibi dolaylı yoldan etkilenecek değişkenlerde ise toparlanma daha uzun sürecektir. Sonuçta, seçmenin seçim sürecinde elde ettiği kazanımlar seçim sonrasında, belki de misliyle, geriye ödenecektir.