Seçim sonrasında Türkiye’nin ekonomik dönüşümü
1 Kasım seçimlerinin mesajı açık; halk ‘istikrar’ dedi. Piyasalar tek parti sonucuna güçlü bir olumlu tepki verdi. Önümüzde hem özel hem de kamu sektörü için 4 altın yıl var. Bunu iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Tüketici ve özellikle şirketler kesiminin bekletilen yatırım ve tüketim harcamalarının hızla başlaması muhtemel. Bu, iç talep ve dolayısıyla büyüme üzerinde olumlu etki yapacak. Ancak, bu ‘acil’ olumlu etkiyle birlikte, önümüzdeki dört yıl Türk ekonomisinin yeni dönüşümüne de ev sahipliği yapabilir.
Türkiye 2011 yılından önce (2008 ve 2009 hariç) ‘yüksek büyüme yükselen cari açık’ olarak adlandırabileceğimiz bir dönem yaşadı. Bu dönemin temel özelliği, istikrarlı bir büyüme ve güçlü bir makroekonomik altyapının oluşturulmasıydı. Nitekim oluşturulan güçlü makroekonomik altyapı, Türkiye’nin küresel krizden en az etkilenen ülkeler ve Avrupa’nın en iyileri arasında yer almasını sağladı. 2011 yılından sonra başlattığımız ‘düşük büyüme düşük cari açık’ döneminde ise riskleri azalttık; ancak büyümeyi de kıstık.
Önümüzdeki dönemde ise büyümenin motorunun neredeyse tamamen dış talep olması, yani büyümenin ihracata dayandırılması gerekecek. Buna, rahmetli Özal zamanında başlatılan dışa açılma sürecinin tekemmül etmesi de (tamamlanması) diyebiliriz. Bu ‘dönüşüm’ gerçekleşirse, ‘yüksek büyüme- düşük cari açık’ ‘erdemli döngüsünü’ başlatabiliriz. Zira, büyüme dış talebe (ihracata) dayandırılırsa, hızlı büyürken ihracatı da artırarak cari açığı kısmak mümkün. Yani, yeni dönemde makroekonomik istikrarı yapısal reformlarla cari açık üzerinden daha da güçlendirmek mümkün ve temel eksen bu olmalı.
Ancak bu erdemli döngüye giriş, sanayi temelli bir yapısal reform sürecini gerektiriyor. Ya da, ‘2015-2019 arasındaki yapısal reformları bu temel eksene dayandırmalıyız’ da denebilir. İhracatın yüzde 90’ından fazlası sanayi ürünlerinden oluştuğuna göre, yapısal reform sanayi temelli bir dönüşümü hedeflemeli. Ara mallar üzerinden ithal bağımlılığın kısılması, emek piyasasının esnekleştirilmesi, iş mahkemelerinin ve hukukunun reformu, iş ortamının dünyanın en iyileri arasına sokulması gibi reformları bu temel eksenin etrafında dört senede şekillendirebiliriz.
Öte yandan, 1 Kasım seçimlerinin temel mesajı, siyasi açıdan özellikle muhalefet partileri açısından dikkate alınmalıdır. 7 Haziran seçimlerinden önce bu köşede yer aldığı gibi, iktidara gelmek için hesapsız seçim vaatleri ya da sadece iktidar partisini eleştirmeye dayalı seçim stratejilerinin Türkiye’de artık prim yapmayacağı iyice ortaya çıktı. Bunun yerine muhalefet partileri, iktidar partisi ile, Türkiye’yi yükseltecek stratejiler, politikalar ve bunların uygulanması alanlarında ‘yarışa’ girmeli.
Bununla birlikte; muhalefet partilerinin vaatleri, yine bu köşede bahsedilidği gibi, 1990’ların ‘o ne verirse iki katını…’ kısır döngüsünü başlattı. 7 Haziran seçimlerinde muhalafet partilerinin 80 milyar TL’ye ulaşan seçim vaatleri, iktidar partisinin de vaatlerini artırmasına sebep oldu. Bu ortamda, Ak Parti de seçim bildirgelerinde bazı vaatler yaptı. Ancak, Ak Parti, ister ortak ister tek parti şeklinde iktidarda, yer alacağını beklediği için vaatlerini hesaplara ve OVP temel esaslarına uygun ve nisbeten düşük miktarlarda şekillendirdiğini beyan etmişti.
Dolayısıyla, bu vaatlerin gerçekleştirileceği piyasa tarafından bekleniyor. Bu da kamu ile birlikte özel sektör üzerinde bazı baskılara sebep olacak. Kamu tarafındaki baskı, maliyenin güçlülüğü sebebiyle pek riskli görünmüyor. Ancak özel sektör, yüzde 30’luk ücret artışlarını karşılamakta zorluk çekecek ve uluslararası açıdan rekabet kaybına uğrayacak. Kamu kesimi mecburen bu yükün bir kısmını üzerine almak zorunda kalacak (örneğin asgari ücret üzerindeki gelir vergilerinin affı vs gibi.)
Not: İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde ikincisi düzenlenen “Smart Economic Planning and Industial Policy” konferansı, 12-13 Kasım’da sanayi politikaları alanında dünyaca tanınmış önemli isimleri bir araya getiriyor. Yine dünyanın değişik ülkelerinden 50’ye yakın akademik kağıt konferansta sunulacak. Özellikle ‘Kicking the Ladder’ kitabı yazarı Cambridge Üniversitesi’nden Ha Joon Chang’ı ve Handbook of Industrial Policy editörü Sandrine Labory’i dinlemek isteyenlerin konferansa katılmalarını tavsiye ederim. Konferans web sitesi www.sepip.org.