Seçim sonrasında ekonomiyi zorlu bir süreç bekliyor
Geçen hafta da belirttiğim gibi Türkiye ekonomisi şiddetinin ne düzeyde olacağını şimdiden bilemediğimiz bir durgunluk süreci içine girmekte. Bu artık hem kaçınılmaz, hem de kaçınılmaz olduğu kadar da dengeleri yeniden tesis etmek için gerekli bir durum. Burada “artık” derken, “böyle olmayabilirdi” imasını da vurgulamak istiyorum. “Böyle olmayabilirdi” çünkü açıkçası biz ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelere çok erkenden uyarılar yapılmış ve önlemler alınması için yeteri kadar mühlet verilmişti. Bu süre zarfında önlemini alan da oldu, almayan da oldu. Ancak biz maalesef ki ikinci grupta yer alıyoruz. 2013 yılı Mayıs ayında çanlar çalmaya başladığından beri pek bir tedbir almadık, alamadık. Enflasyon, cari açık, döviz rezervleri ve dış borçluluk oranları gibi kriterlerin hiçbirinde müsbet yönde ve kalıcı bir iyileşme gösteremedik. Bunun sonucunda rating şirketlerinin peşpeşe ülke notumuzu kırmış olmalarını garipsememiz gerekiyor.
Özellikle yüksek (ve hâlâ da artmakta olan) cari açığın başımıza dert olacağı çok ortadaydı ve nitekim de öyle oldu. Yurtdışı piyasalarda dolar likiditesi azalır ve yönünü ana vatanına doğru çevirirken her ay 5-6 milyar dolar taze fonlama bulmak hiç kolay değil. Nitekim de, öyle olduğunu yaşayarak öğreniyoruz. Bu süreçte, döviz kurlarından enflasyona geçişkenliğin iyice artması da işin tuzu biberi oldu doğrusu.
Öte yandan, son dönemdeki küresel gelişmelerin de lehimize olduğunu söylemek çok zor: İran’ın engel koymasıyla petrol fiyatlarındaki düşüş beklentisi en azından şimdilik rafa kalkmış gözüküyor. ABD’nin büyüme oranı 2. çeyrekte beklentilerin de epey üstünde (yüzde 4.5 civarlarında) seyretmekte. Bu da şimdiden bu seneki Fed faiz artırımının 4 kere olmasını kesinleştirirken, önümüzdeki seneki artış beklentilerini de yukarıya taşımış vaziyette. Hal böyle iken, bir de AB’nin yeni bir İtalya vakasıyla baş başa kalmış olması, zaten 2 aydan beri güçlenmekte olan doların daha da değerlenmesini beraberinde getirecektir. 95 değerini geçen dolar endeksinin orta vadede yeniden 2017 başındaki 100 üstü değerlerine ulaşması şaşırtıcı olmayacaktır. Değerli dolar ise bizim gibi ağırlıklı olarak ithalatını dolarla, ihracatını ise euro ile yapan bir ekonomi açısından olumsuz bir gelişme tabii ki. Bütün bunlara bir de maalesef karşılıklı blöfleşmelerden gittikçe fiiliyata dönüşmeye başlayan bir “ticaret savaşı” durumunu da ekleyebiliriz.
Seçim sonrasında ise belirsizliklerin azalacağı ve bunun da ekonomideki daralma olasılığını bir anda ortadan kaldıracağı gibi bir sanrıya da kapılmayalım. İçine girdiğimiz durumdan çıkış çok kolay olmayacaktır. Maliye politikasının sıkılaştırılması (bunun için de bütçe açığının daha önce IMF ile yapılan programlara benzer bir şekilde net olarak ortaya konmuş hedeflere bağlanması), gerek yabancı, gerekse de yurtiçi yatırımcıları rahatsız eden OHAL uygulamasının derhal kaldırılması ve döviz gelirlerini artırıcı / giderlerini azaltıcı teşviklere ağırlık verilmesi ilk akla gelen tedbirler. Ancak ekonomideki daralmayı kısa sürede atlatabilmemiz için belki de herşeyden önemlisi yeni hükümetin ekonomi idaresinin son derece donanımlı, ehil, uluslararası piyasalarla iletişimi güçlü, onlarla aynı dilden konuşabilen ve aynı zamanda icraatin başı tarafından görüşlerinin dinlendiği ve kabul gördüğü kişilerden oluşması gerektiğidir. Yoksa, eskiden olduğu gibi bir tane canını dişine takıp yapılan hataları ve yanlış iletişim politikalarını düzeltmeye çalışan “yalnız nefer” ve yanında (daha doğrusu “karşısında”) “farklı” iktisadi görüşleri bulunan ve her an komplo teorilerine sapma temayülü bulunan kişilerden oluşan yetkinliği tartışmalı kadrolarla bu işin bir yere gitmeyeceğini herhalde son 5 senede anlamış bulunuyoruz.