Seçim sonrası için üç farklı senaryo (2)
“Seçim sonrasında ekonomimizin hali nice olacak?” sorusu ile ilgiliyim. Geçen hafta üç senaryo vermiştim. Bu senaryolar altında neler yaşanabileceğini bugün ele alıyorum.
1. ‘Oluruna bırakmak’ senaryosu: Bu ‘hoş’ bir senaryo değil. Zira Türkiye’nin temel ekonomik sorunlarını çözecek uzun soluklu adımlar (özgürlükçü demokrasi, adil hukuk sistemi, kaliteli eğitim, ileri teknoloji kullanan sektörlerin teşviki, daha fazla tasarruf gibi) atılmıyor bu senaryoda. Tıpkı 2007 sonrasında olduğu gibi. Her zamanki gibi bütçe disiplini ile yetiniliyor. Merkez Bankası yüzde 8 civarındaki bir enflasyon oranını tolere edecek bir para politikası uyguluyor. Bazı yapısal reformlar yapılıyor gibi yapılıyor, falan…
Elbette hiç yabancı değil bu politika bize. Bizi, 2013’te önce ‘en kırılgan beşli’, yenilerde de ‘en kırılgan üçlü (ikili)’ içine sokan bu politika (politikasızlık). 2012-2015 döneminde ortalama büyüme oranımızın yüzde 3’e düşmesine yol açan, yatırım harcamalarının azalması ile sonuçlanan politika bu. Hem de daha önceki dönemlere kıyasla milli gelirimize oranla daha fazla dış borç almamıza karşın. Bu politika, unutmayalım, işsizlik oranımızı da yüzde 10-11 arasında bir yere oturttu.
Üstelik söylendiği gibi ‘diğer ülkelerde de büyüme düştü’ savı geçerli değil. 2002-2007 arasında Türkiye’nin ortalama büyüme oranı, gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyüme oranından sadece 0.3 puan daha düşük. Oysa 2012-2014 döneminde aramızdaki büyüme farkı 1.8 puana çıkıyor.
Dolayısıyla, bu senaryo altında bizi ne beklediği çok açık: Dış koşullara aşırı duyarlılık. Yurtdışı faizler artarsa (2015’in ikinci yarısı ve 2016 böyle olacak) yüzde 3’ün altına düşecek bir büyüme. Dış koşullar iyileştiğinde ise yüzde 3’ün üzeri… Ama ortalamada yüzde 3 civarında bir büyüme oranı. Yavaş yavaş yükselen ve yüzde 11’i aşabilecek bir işsizlik oranı. Düşük yatırım. Zengin ülkelerle aramızdaki gelir farkının aynı kalması. Arkamızdaki bazı ülkelerin zaman içinde bizi geçmesi. ‘Oluruna bırakma’ durumu birkaç yılın ötesine geçerse, bu tıkanmışlık daha da şiddetlenir; yüzde 3 büyümeyi de mumla arar hale geliriz.
2. ‘Macera’ senaryosu. Şöyleydi: Kuvvetler ayrılığı ilkesine tamamen sırt çevriliyor. Merkez Bankası yasasının değiştiriliyor ve Banka bağımlı kılınıyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu bankacılık sektörüne ağırlıklı olarak büyüme cephesinden bakıyor.
Yukarıda özetlediğim ilk senaryoda yurtdışında ya da yurtiçinde olağandışı bir gelişme yaşanmadıkça Türkiye’de finans krizi çıkması olasılığı çok düşük. Oysa, bu senaryoda dış koşullar ilk senaryoya göre çok daha fazla belirleyici olur. Kriz olması için olağanüstü gelişmelere yaşanması gerekmez. Belirgin olumsuz dış şoklar bile Türkiye’yi ekonomik krizin eşiğine getirebilir. Çok oynak ama ortalamada oldukça düşük bir büyüme oranı olur. “Ne kadar düşük?” sorusuna yanıt vermek güç; dış şoklara bağlı çünkü. Ama ilk senaryo için geçerli olan yüzde 3’ün belirgin biçimde altında kalır Türkiye. Bazı yıllar ekonomik küçülme yaşanır. Maceranın dozunu artırırsa Türkiye, ardı sıra birkaç yıl küçülme sürebilir. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki gelir farklılığı açılır.
3. ‘Atılım’ senaryosu: Türkiye yapısal önemli sorunlarının üzerine gidiyor. Bu tür politikaların asıl sonucu hemen ortaya çıkmaz. Ama bir yan ürün olarak, kısa dönemde dış koşullara bağımlılığını azaltır Türkiye’nin. Peşi sıra yatırımlar artar. Türkiye dışarıdan da önemli miktar da yatırım çeker. İlk başlarda tekrar yüzde 4.5 civarında büyür hale geliriz. Reformların meyvelerini vermesiyle bu oran kalıcı biçimde yükselebilir.
Elbette burada asıl sorun, ‘yapısal reform’ kavramının içini doldurmak. Her soruna el atılamaz; yapılabilir değil çünkü. Bir öncelik sırası olan, siyasi yapılabilirliği gözeten, en boğucu sorunların üzerine gitmeye çalışan bir reform programı olmalı. Öncelikle ekonomi alanında değil, demokrasi, hukuk ve eğitim alanında işe başlamak gerekiyor.
Bakalım Türkiye seçimlerden sonra hangi yolu seçecek?