Seçim öncesi son değerlendirme
Bu hafta sonu gerçekleşecek olan yerel seçimler için tablo az ya da çok netleşmeye başladı. Bugüne dek olan kamuoyu yoklamaları, seçimlerin ne siyasetin genel yapısında ne de partilerin özel yapısında ciddi bir değişiklik yaratmayacağını ortaya koymakta. Görünen AKP'nin oylarında önemli bir artış olmayacağı, CHP'nin oylarındaki değişikliğin kolaylıkla hazmedileceği, diğer partilerin alacağı sonuçların da yapısal bir değişikliğe yol açmayacağı... Bu durumun önemli bir diğer gerekçesi de seçimin bir yerel seçim olması, çünkü yerel seçimlerde partilerden çok adaylar belirleyici. Bugüne dek değişik vesilelerle fikrini almaya çalıştığım vatandaşlarımız AKP'nin belediyecilik konusunda genel olarak "başarılı" olduğu görüşünde. Bu görüşün analizini yapmak ayrı bir yazı konusu olur; iş belediye hizmetlerinin değerlendirilmesi olduğunda yapılanın nitelikli bir değerlendirmesi ve bedelinden çok "yapılmış olması" fikri ağırlık kazanmakta. Belediyecilik konusunda Eskişehir'de Yılmaz Büyükerşen'in çizdiği efsanevi başarının toplumun genel bilinç düzeyine erişmemiş olduğunu görmek son derece üzücü, zira vatandaşlar karşılaştırma yapabilecekleri iyi bir örnekten fazlasıyla yoksunlar.
CHP'nin Kılıçdaroğlu "çıkışı", Kadir Topbaş karşısında beklenen başarıyı yakalayamazsa (bugün itibarıyla yakalamış değil), analizi her iki taraftan yapmak lazım. Daha önce birkaç defa dile getirdiğim "proje önermekten çok, yolsuzluklar üzerine odaklanmak" politikası İstanbul genelinde pek tutmadı, "müfettiş" tanımlaması Kılıçdaroğlu üzerine yapıştı kaldı. Koskoca bir seçim döneminde İstanbul'a neler kazandırılabileceğini anlatmaktan çok, yapılanlar arkasındaki olası yolsuzluklara takılıp kalmak, çözüm üretmekteki zaaf olarak algılanmakta. Bu beri yanda toplumun siyasetteki algısının ironik bir yansıması. Vatandaş şöyle diyor, "Her gelen nasıl olsa çalıyor, bu durumda hiç olmazsa iş yapan birini destekleyelim." Belediyecilik ve siyasetle uğraşmanın haksız kazanç sağlamakla bütünleştiği bir algı ortamında Kılıçdaroğlu'nun yolsuzlukları ön olana çıkartması elbette yeterli olamıyor.
Görünen o ki, bu seçimin aslında tek bir kazananı olacak, o da oy oranını artıramasa bile, AKP karşısında güçlenme eğilimine giren Saadet Partisi. Gerek genel başkanı Numan Kurtulmuş, gerekse gösterdiği adayların aldığı yorumlar, yaklaşan genel seçimlerde AKP'nin esas rakibinin Saadet Partisi olacağına işaret etmekte. CHP'nin Baykal, DSP'nin Sezer, MHP'nin de Bahçeli ile ne uzayıp ne de kısalacağını toplum fazlasıyla anladı. Ancak Saadet'e kayacak oylar bu partilerden değil AKP'den olacak.
Öyle ya da böyle, yerel seçimlerin tamamlanmasının ardından Türkiye gerçekleriyle yeniden yüzleşecek, yani krizin ağırlığı omuzlara birden çökecek. Genel seçimlerin kaderini belirleyecek temel unsur da ekonomik kriz olacak. Bugün için istatistiklere işsizlik olarak yansıyan durumun "yoksulluk ve açlık" boyutuna ilerlemesi Türkiye'yi yeni bir arayışa itecek. İşte bizim ana sorunumuz da burada, zira çoktan beri arayış içerisine girmiş ve sayısı giderek artan seçeneksizlerin beklentilerini karşılayacak bir parti halihazırda bulunmamakta. DSP'de Zeki Sezer'in yerine Mustafa Sarıgül'ün gelmesi nasıl dengelerde ciddi değişiklik yaratmayacaksa, mevcut küçük partiler içerisinde bu atılımı gösterebilecek birinin ortaya çıkması da beklenmemeli. Bugün için bütün siyasi partilerin ortak sıkıntısı politika üretebilecek eğitimli ve donanımlı vatandaşlarla işbirliğine gidemiyor olmaları. Gerekçe açık, eğitimli kesim yukarıda dile getirdiğim "yolsuzluk yaftasının" üzerine bulaşmasını istemiyor, destek olmaktan bile kaçınıyor.
Bütün bunların sonucunda ne mi oluyor? Birincisi zaman kaybediyoruz, ama ikincisi daha kötü, "gemisini yürüten kaptandır" ya da "bal tutan parmağını yalar" yaklaşımları giderek daha fazla taraftar bulur hale geliyor.