Seçim kampanyalarında dış politikanın rolü
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Haziran'da erken seçim yapılmasını kabul ederek çoğu siyasal gözlemciyi şaşırttı. Karar, cumhurbaşkanının, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerini planlandığı gibi Kasım 2019'da yapmaya ısrarlı göründüğü birkaç haftanın ardından geldi. Gerek Türk basını gerek uluslararası basın, bu kadar kısa sürede nelerin değiştiği üzerine spekülasyona yöneldi. Ortak kanı, Türkiye'nin ekonomik sıkıntılarının giderek yoğunlaştığı; bu nedenle de seçimin zamanlamasının özel önem kazandığıdır: AKP ve ortağı MHP ne kadar uzun süre beklerlerse, seçimi kazanmalarının o kadar zor olacağıdır. Erdoğan erken seçimin nedenleri olarak Türkiye'nin, aralarında jeopolitik sorunlar da bulunan bir dizi sorunla karşı karşıya olmasını sıraladı. Kıdemli siyaset bilimcimiz, erken seçimlerin Türkiye’nin dış ilişkileri açısından erken seçimlerin muhtemel etkilerini inceliyor. Seçim kampanyalarında dış politika da rol oynayacak mıdır? Erken seçimlere, Türkiye'yi uluslararası gelişmelerin etkilerine karşı korumak için gidildiğini savunmak isabetli midir?
■ Farklı ülkelerin, Türkiye'deki seçimlerin nasıl sonuçlanacağı konusunda farklı beklentileri var. ABD ve iktidar partisi arasındaki ilişkiler gergin. Rus S-400 füze savunma sisteminin satın alınmasıyla ilgili olarak yaptırım bile uygulanabileceği gündemde. Rusların bakış açıları ise farklı. Bu seçim Türkiye'nin jeopolitik ilişkilerini kökten değiştirmesi bakımından nasıl bir potansiyele sahip?
Bu, kolayca cevaplanamayacak, hayli kapsamlı bir soru. Seçimleri farklı bir partiler bileşimi kazansa bile, Türkiye’nin ABD veya Rusya'ya karşı tutumunun büyük ölçüde değişeceğini gösteren bir işaret yok. ABD ile en büyük ihtilaf konusu, Suriye'de YPG ile işbirliği yapmayı seçmiş olmasıdır. Bu işbirliği sadece iktidar partisi tarafından değil, Türkiye'deki diğer başlıca siyasi aktörler tarafından da kabul edilemez bulunmaktadır.
Hükümet değişikliğinin, Türkiye'nin dış ilişkilerinin gelişme yönünde önemli değişiklikler getirmesi olası gözükmüyor. Hükümet değişirse en fazla değişime uğrayacak alan söylemdir. Daha diplomatik, daha uzlaşmacı ve daha az popülist bir dil kullanılacaktır ki, bu uluslararası ilişkilerde yaşanan sorunların bir kısmının hafifl etilmesine yardımcı olabilir. Farklı bir hükümet hukukun üstünlüğünün erozyonunu daha ciddiye alacaktır ve muhtemelen Avrupa'nın demokratik uygulamalarıyla daha uyumlu tedbirler alacaktır. Bu, muhtemelen AB ile olan ilişkileri bir miktar düzeltir. Temel anlaşmazlık konuları gündemdeki yerlerini korumaya devam edecekse de, yabancı ülkelerin Türkiye algısı değişebilir. Bunun sonucunda da Türkiye’nin diğer ülkelerle ilişkilerini yürüttüğü bağlam değişebilir ve muhtemelen de bir iyileşme olur.
Rusya'ya gelince, sıradan vatandaş Türkiye'nin Rusya ile artan ilişkilerini değerlendirdiğinde, düşüncesini Amerika’nın Suriye’de uyguladığı siyasete karşıtlık çerçevesinde ifade ediyor. Vatandaşlar, Türkiye ve Rusya'nın ulusal çıkarlarının tam olarak örtüşmediği gerçeğini, birçok konuda önemli farklar olduğunu gözden kaçırabilir. Politikamızı belirleyenler ise her zaman bu gerçeğin farkında olmak zorundadırlar. Hükümet değişikliği, Rusya ile ilişkileri daha gerçekçi bir zemine oturtmayı kolaylaştırabilir. Örneğin, cumhurbaşkanımızın kendine özgü ve kendisini daha önceki cumhurbaşkanlarından ayıran bir dış ilişkileri yönetme anlayışı var. Dış politikayı kişisel bir eylem alanı olarak kavramsallaştırıyor ve Rusya Devlet Başkanı ile doğrudan iletişim kurmaktan hoşlanıyor. Eğer hükümet değişirse, daha kurumsallaşmış bir dış politika icrasına geri dönüş yaşanabilir; dış politikanın kişiselleştirilmesinden uzaklaşılabilir.
■ Cumhurbaşkanı Erdoğan erken seçim kararını verirken, jeopolitik gerginlikleri de kendisine harekete sevk eden bir saik olarak gösterdi. Bölgesel gerilimlerin bu karar üzerinde bir etkisi var mı?
Türk seçimlerini uluslararası gelişmelerle ilişkilendirmek istiyorsanız, kritik soru şu: Türk hükümetinin dış politika alanında ancak seçimden sonra yapabileceği, şimdi yapamadığı bazı şeyler mi var? Şu anda, seçimlerden sonra başkanlık sistemine geçişe yolumuzu açan bir yarı başkanlık dönemi yaşıyoruz. Görünüşe göre cumhurbaşkanı, uygulamada başkanlık sisteminde sahip olacağı tüm güce zaten sahip. Başbakan ve parlamento, cumhurbaşkanının isteklerini istisnasız yerine getiriyor. Yasa çıkarılmasında herhangi bir zorluk yaşanmıyor; hükümet cumhurbaşkanının her önerisini koşulsuz benimsiyor. Dış politika konusunda hükümetin karar alma ve uygulamalarının önünde duran ve seçimler sayesinde ortadan kalkacak herhangi bir engel bulunmuyor. Erken seçimlerin asıl nedeni, Türkiye’nin dış politikasıyla değil iç siyasetiyle ilgilidir.
Uluslararası basına baktığınızda, onlar da aynı görüşü paylaşıyorlar: Karar büyük ölçüde olumsuz ekonomik gelişmelerin beklenmesi sebebiyle alındı. Buna hükümetin başkanlık veya parlamento seçimlerinde yeterli çoğunluğu elde edemeyeceği endişesi de eklenebilir. Hükümet seçimi kazanmak için aşılacak zorlukların artmasını beklemek yerine, şu anda fazla aleyhlerinde olmadığı anlaşılan seçmen desteği marjını yoğun bir çaba ile lehine çevirip seçimleri kazanabileceğini hesaplayarak erken seçime karar vermiş olabilir.
■ AB’nin Türkiye’nin üyeliğine ilişkin son raporu bu zorluklardan biri olabilir mi? Hayli sert bir rapordu.
Aslında bu AB ile belirli aralıklarla yinelenen bir ritüel haline gelmiş gibi görünüyor. Zamanı gelince, olumsuz bir rapor alıyoruz. Raporun içeriğini incelediğinizde, genel olarak geçmiş raporlara benziyor, ancak her defasında içerik genişliyor, dil biraz daha sertleşiyor. Türkiye bu raporlar karşısında yüksek duyarlılık sergilemiyor; AB'nin Türkiye'nin iç ve dış politika ihtiyaçlarını yeterince algılayamadığını ileri sürüyor. AB raporunun siyasetimiz üzerinde önemli bir etkisi olup olmayacağı henüz belli değil. Aslında, bu tür bir rapor tasarlananın tersi bir etki de yaratabilir: Hükümet, Türkiye'nin, kötü niyetli büyük dış güçlerin saldırısı altında olduğunu savunan bir strateji izliyor. Bu raporu da Türkiye'nin güvenlik ve ekonomisini zayıfl atmaya çalışan düşman devletler tarafından kuşatıldığına dair bir kanıt olarak kullanmak isteyebilir. Başka bir deyişle, bu rapor hükümete daha fazla seçim cephanesi sağlayabilir. Ancak alışılagelmiş negatif raporlardan biri olarak algılanacağından, fazla bir etki de yaratmayabilir. AB’nin Türkiye siyasetinde bir değişiklik ifade etmiyor; tamamen yeni bir yöne işaret etmiyor. Hükümet siyasi olarak bundan faydalanmaya çalışsa da, raporda fazla yeni bir şey olmaması, propaganda değerini azaltacaktır.
Nihayetinde, AB üyeliği ya da Suriye'deki savaş ya da bu seçimde hayli baskın olarak gözlemlenen Rusya ya da ABD ile ilişkiler değil mesele. Her şey ekonomiyle ve Türklerin gelecekte nasıl bir toplum hayal ettiğiyle alakalı olacak.