Seçim, ittifakların ekonomik vaatleri ve algı

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

Seçim sathı ma­hallinin sonuna yaklaşıyoruz. İtti­fakın her iki cephesinde ve ittifak dışı adaylarda tansiyon her geçen gün artıyor.

Adayların ve de aday partilerin ilgili kurmay­larının TV programla­rında ve de seçim mey­danlarında yaptığı açıklamalara bakarak seçim sonrası oluşacak ekonomik tabloyla ilgili bu za­mana kadar bir fikir edinmiş ol­mamız gerekiyordu. Oysa orta­daki vaatlerin önemli bir bölümü popülist olarak tabir ettiğimiz türden… Yapısal olarak bir sonuç verebileceğini öngördüğümüz vaatlere ise nasıl ulaşılabileceği oldukça karışık.

O zaman hem iktidar hem de muhalefet bloğundan art arda gelen ekonomik vaatleri kategorize edecek olursam;

Popülist ve yapısal olarak iki kısma ayırmak faydalı ola­caktır.

Popülist vaat adından da anla­şıldığı üzere seçmenlerin kısa sü­reli ihtiyaçlarını gidermeye yöne­lik pozitif adımları içermektedir.

Ülkemizde son yıllarda yaşa­nan çok yüksek enflasyon, seç­men tercihlerinde birincil şikayet konusu olarak hayat pahalılığını ön plana çıkardığından, adayların vaatlerinin hep bu sorun çerçe­vesinde şekillendiğini görüyor ve dinliyoruz.

Enflasyon karşısında alım gücü düşen halka ve de şirket­lere yönelik vaatler;

- Daha yüksek maaş

 - İkramiye, hatta ikramiye zammı,

-  Kira artış tavanı,

 - Geçici sübvansiyonlar

 - Geçici vergi affı, yeniden yapılandırma, gibi temel konuları içermektedir.

Oysa bu tür vaatlerin dozu­nun fazla yüksek olması sonu­cunda, Türkiye 1990’lı yıllarda olduğu gibi bütçe sorunları ile boğuşur hale gelebilir ki bu yı­lın bütçe açığının 650 milyar TL’yi geçeceğini öngörebiliyoruz. Bir de buna depremin ağır yükü ve de se­çim harcamaları eklendiğinde 1,5 milyar TL’ye varan bir bütçe açığı ile karşılaşılması hiç şaşırtıcı ol­mayacak. Dolayısıyla, bahsettiği­miz bu popülist ekonomik vaatler yapısal sonuçları düşünülmeden ortaya atıldığında daha büyük, daha içinden çıkılmaz duruma hat­ta bir krize sebep olabilecektir.

Şimdi adayların popülist yani bir ödül niteliğinde görülen ama sonuçları bakımından değerlendi­rildiğinde, ceza olarak sonuç do­ğurabilecek vaatlerini bir kenara bırakarak, hem bizim hem de ço­cuklarımızın ne tür bir refah sevi­yesinde yaşayacağı sorusuna cevap verecek, yapısal sonuçları olan va­atlere bakalım:

Ekonomide yapısal sonuçlar alınması bakımından;

İktidarın açıkladığı vaatler:

- 2024-2028 arasında ortalama yüzde 5,5›lik büyüme yakalanacak,

- 2028’de 1,5 trilyon dolar milli gelire ve 16 bin dolar kişi başı gelire ulaşılacak

- Beş yıl içinde 6 milyon yeni istihdam ve 25 bin dolar kişi başına gelir yaratılacak

- Bugün 620 milyar dolar se­viyesinde olan dış ticaret, 1 trilyon doların üzerine getirilecek,

- “Gelir tamamlayıcı aile des­tek sistemi” ile de hiçbir hanenin gelirinin belirli bir seviyenin altına düşmemesi sağlanacak

- Türkiye’nin kendi üreteceği doğal gaz ve petrol gelirlerinden sağlanacak bir Aile ve Gençlik Ban­kası kurulacak.

Ana muhalefet bloğunun açıkladığı vaatler:

- Enflasyon iki yıl içinde kalıcı biçimde tek haneye indirilecek,

- TL’ye yeniden itibar ve istik­rar kazandırılacak,

- Ortalama büyüme hızı yüzde 5’in üzerine çıkarılacak,

- Beş yılın sonunda dolar cin­sinden kişi başına milli gelir en az iki katına çıkarılacak,

- Beş yılda işsizlik tek haneye indirilecek

- İhracat 600 milyar dolar sevi­yesine yükseltilecek

- Türkiye’ye 300 milyar dolar yabancı kaynak getirilecek

Ekonomik olarak yapısal so­nuçların ifade edildiği seçim beyannamelerinde iki güçlü cumhurbaşkanı adayı arasında yu­karıda görüleceği üzere bariz bir fark yok.

Peki farkı ne oluşturuyor? Elbette ki algılar ve beklenti­ler…

Yukarıda da değindiğim gibi, iki güçlü rakip arasındaki asıl ayrışma algılar üzerinden tartışılır oldu.

Algının ilk bacağını, mevcut makroekonomik göstergelerin de önemli desteğiyle para politikasın­daki ayrışma oluşturuyor diyebili­rim. Bir yılı aşkın bir süredir hem içeride hem de dışarıda eleştiri ko­nusu olan ve hükümetin bir süredir uyguladığı heteredoks ekonomi po­litikasına yönelik eleştirilerin ise seçimler yaklaştıkça daha da vur­gulandığını görebiliyoruz.

İkincil olarak ise, seçimlere yönelik siyasi söylemlerin eko­nomik boyutu halk arasında ister istemez “soğan mı köprü mü”, hatta “soğan mı Togg mu” tartış­malarını da körükledi.

Hem iş insanı hem de iki çocuk annesi bir kadın olarak, şahsen ben bunlar arasında bir tercih yapmak zorunda olmamayı dilerdim. Ma­lumunuz yemeklerimizin vazgeçil­mezi olan soğan ve de temsil ettiği gıda sektöründeki pahalılık olduk­ça üzücü. Ama “milli üretim” vur­gusu ile karşılaştırılması, TOGG gibi, İHA, SİHA ve Kızılelma gibi katma değerli, teknoloji yoğunlu­ğunun yanı sıra stratejik açıdan ülkemiz için önemli bir değer ol­duğuna inandığım ürünlerle kar­şılaştırması; kendi içinde bir çeşit “ekonomi” barındırmakla beraber toplumdaki ayrışmanın da ne denli ironik bir temele dayandığının da göstergesi bana göre..

Özet olarak şunu söyleyebilirim, seçmen her ne kadar vaatleri dinle­se de, mevcut ekonomik duruma ve şu anda sunulan ekonomik vaatle­rin inandırıcılığına bakarak karar verecektir.

Haftanın sözü: “En büyük ha­talardan biri, politikaları ve prog­ramları sonuçlarından ziyade ni­yetlerine göre değerlendirmektir.” - Milton Friedman

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar