“Seçim bitti, artık ekonomiye odaklanılsın...”
İş aleminden sandıkların açılmasıyla birlikte peş peşe "Artık seçim bitti, ekonomiye odaklanılsın” mesajları gelmeye başladı:
“Seçimleri geride bıraktık. Dört buçuk yıllık seçimsiz bir döneme giriyoruz. Bundan sonra ilk gündem maddemiz ekonomi olmalı. Çünkü ekonomide atılacak çok adım, yapılacak çok işimiz var. Bu dört buçuk yılı kesintisiz bir icraat dönemine çevirmeliyiz...”
“Artık ekonomiye odaklanarak yeni ve sürdürülebilir bir kalkınma hikayesi yazmak zorundayız...”
“Seçim sürecini hızla geride bırakalım, gündemimizi ekonomiye çevirelim. Toplumun bütün kesimleri olarak ülke sorunlarına odaklanalım...”
“Yerel seçimlerin geride kalmasıyla önümüzdeki seçimsiz dönem ekonomik, sosyal ve siyasal reform gündemimiz için önemli bir fırsattır. Yeni ekonomi programında öngörülen sıkı para ve bütçe politikaları ekonomik güven ortamı için öncelik olacaktır...”
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama söylenenler üç aşağı beş yukarı aynı:
“Seçim bitti, şimdi ekonomiye odaklanma ve icraat zamanı...”
Bu bir itiraf değil mi?
“Şimdi ekonomiye odaklanmalı” denilmesi bir anlamda itiraf sayılmaz mı?
Demek ki son dönemde ekonomiye bakan yoktu. Ekonomi ikinci plandaydı.
Bu koca koca iş insanı örgütlerine “Madem ekonomi böylesine üvey evlat muamelesi görüyordu, ekonomiye odaklanan yoktu, işlerin ne kadar kötü gittiği de ortadaydı, niye şimdiye kadar hiç sesiniz çıkmadı” diye sormazlar mı?
Aslında ekonomide hiçbir şey yapılmadığı, hiç önlem alınmadığı da söylenemez.
Enflasyonla mücadele adına bazı adımlar atıldı; doğru ya da yanlış, bir tanzim satış uygulamasına girişildi.
Kur artışına karşı Merkez Bankası bir dizi önlem aldı; orta vadeli sonuçları ayrı bir tartışma konusu ama en azından kısa vadede sonuç elde edildi.
Vergide yapılandırma uygulamasının süresi uzatıldı; imar affı gibi, bazı cezaların affedilmesi gibi bir dizi karar alındı...
Ekonominin canlandırılması için ÖTV ve KDV avantajları getirildi ve bunun süresi dünden itibaren ikinci kez uzatıldı...
Dövizli cinsinden kira ve gayrimenkul alım satımı yasaklandı...
Bazı yatırımlar için bir dizi istisna getirilerek avantaj sağlandı...
İstihdama ilişkin çok önemli teşvikler getirildi; yeni işe alımlarda işverenin yükü büyük ölçüde devlet tarafından üstlenildi...
İstenen daha açık söylenmeli
Çoğu iş insanı örgütü başta da vurguladığımız gibi "Artık ekonomi” diyor demeye de, bu kapsamda neler yapılması gerektiği konusunda yine sessiz kalıyor.
Bilmediklerinden mi, hiç sanmıyoruz. Bu örgütler en iyi beyinleri bünyelerinde barındırıyor.
Öyleyse "Artık ekonomi” başlığının altını doldurmaktan niye kaçınıyorlar?
Ucu kendilerine dokunursa...
Sakın ülke ekonomisini gerçekten düze çıkarabilecek, o yöne doğru itici güç oluşturacak önlemler bu iş insanı örgütlerinin kendi çıkarlarına ters düşecek nitelikte olmasın.
Yoksa bu yüzden hem “Artık ekonomi” deniliyor, hem de bu aslında “yarım ağız” mı söyleniyor.
Örneğin neredeyse tüm Türkiye’ye yayılan bir ücret ödeme tuhaflığı oluştu. Asgari ücretle çalışan biri, ücretinin bir kısmını işverenine iade ediyor ya da ödeme elden yapılıyorsa ücret daha az veriliyor. İşçi ve işvereninin karşılıklı gücüne göre asgari ücretten 300 lira da kesiliyor, 500 lira da...
Hadi samimi olalım; işçi-işveren ilişkilerinin düzenli yürümesi, yasalara uygun davranılması halinde böyle bir durum söz konusu olabilir mi? Hep söylediğimiz şu meşhur “Artık ekonomi” nin altına ücretle ilgili bu sıkıntıyı da yazabilecek miyiz?
Kaldı ki istihdama ilişkin şimdiye kadar görülmedik teşvikler uygulamaya konulduğu halde bu durum yaşanıyor.
“Artık ekonomi, artık ekonomi!” Peki, sağlam bir ekonomi için devletin “zengin” olması, yani vergi gelirlerinin daha fazla olması gerekiyor değil mi. Vergideki dolaylı-dolaysız dengesini eski haline getirmek istesek, bu nasıl olacak? Acaba bu da isteniyor mu?
Şu gerçeği görelim; seçim sonralarının bu tür "adet yerini bulsun” açıklamaları artık pek ciddiye alınmıyor.