Seçim bitmedi, bir ”seçim” daha var
Şimdi başlığa bakıp;
"Yahu daha yeni seçimden çıkmadık mı?
Nedir bu 'asıl seçim' filan" diyorsunuz değil mi?..
Haklısınız, seçimler sonuçlandı...
Milletvekilleri mazbatalarını almaya başladı...
Ama iddia ediyorum Türkiye'nin seçimleri bitmedi...
Bakın "seçim bitti" diyoruz...
Üstelik 'ekonominin aktörlerinin en çok tercih ettiği şekilde bitti' dersek yanlış da olmaz...
Ne yapacağı soru işareti yeni bir iktidar çıkmadı ortaya...
Siyasi belirsizlik yok...
Sonuç piyasanın istediği gibi...
Ama gelin görün ki piyasalar rahat değil...
Borsa diken üstünde...
Döviz hareketli...
Piyasa faizleri de öyle...
Neden acaba?
Geçen hafta piyasalardaki gelişmeleri izleyen birçok haber yaptık...
TMSF'nin kararları...
BDDK'nın tavrı....
Merkez Bankası'nın müdahaleleri...
Hükümetin aldığı tedbirleri...
Yeniden bir bir sıralamayacağım...
Zira, hem haberleri hem de konunun uzmanlarının görüşlerini ziyadesiyle sizlere aktardık...
Ama bir de sokakta konuşulanlar var...
Kamuoyuna, gazete sayfalarına, televizyona pek yansımayan...
"Nedir?" derseniz, rivayetler muhtelif...
Mesela, önde gelen bir danışmanlık şirketinin yöneticisi, "Türkiye'deki kimi azınlıkların yatırım portföylerini değiştirdiğini" söylüyor...
Seçim öncesinde...
Öğrendikleri onu da şaşırtmış...
"Ne bekliyorlar ki, böyle bir yola girdiler?" diye soruyor...
Sorunun yarısı bana, yarısı kendi kendine...
Ve hayreti yüzünden okunacak şekilde;
"Yoksa gerçekten de sistemin yeniden dizayn edileceğinden mi korktular?..."
Aklına, sağduyusuna, ciddiyetine güvendiğim bir başkası...
Hem tanınmış, saygın bir işadamı...
Hem de iş dünyasının önde gelen sivil toplum örgütlerinden birinde etkin bir isim...
"Bazı önemli yatırımcıların likite geçtiğini" söylüyor sohbet arasında...
Dediğine göre, ismini duysam çok şaşıracağım kişilermiş bunlar...
Borsadan, bonodan çıkmışlar...
Varlıklarını önemli ölçüde nakde çivrmişler...
"Sen nasıl yorumladın?" diye soruyorum...
"Bilmiyorum. Görüntü ile gerçek arasında bizim bilmediğimiz ciddi bir fark var herhalde" diyor...
Birkaç işadamı dostumuzla konuşuyoruz...
"Hayret ediyorum" diyor biri...
"Piyasa canlı, iş var ama para dönmüyor...
Tam anlayamadığım garip bir tablo..."
"Kredi almak zorlaşacak... Onun için" diyor diğeri...
"Millet yeni kredi alamayabilirim diye tedirgin... Vatandaşın borcu büyümüş... Para oraya gidiyor... Bir de sıcak para kaçtı... O da sıkıştırıyor. Ülkeye haftada en az 300-400 milyon dolar girmeye devam etmezse bundan sonra dövizin yönü hep yukarı... Türk insanına göre, döviz yukarı çıkıyorsa ekonomide sorun vardır... Onun için bakıyorum, daha önce vatandaş belli düzeye geldi mi dövizi satıyordu. Şimdi eskisi gibi döviz de satmıyor..."
Onca analiz etme çabasına rağmen, açıklamaları fikir birliği sağlamaktan uzak... İkna edemiyor arkadaşlarını...
"O da olabilir ama... Yok yok... Başka bir şey var bu işte" vurgusu baskın çıkıyor...
Sabah yazıişleri toplantısında arkadaşlara aktarıyorum duyduklarımı...
"Çoğu laf olabilir ama bir bakalım" diyorum...
Yıllardır tanıdığım bir bankacıyı kendim arıyorum...
"Öyle telefonda olmaz... Öğlen yemeğe gel" diyor...
İşlerim yoğun...
Ben davet ediyorum, geliyor...
Önceki akşam, işadamlarıyla yaptığımız konuşmayı özetliyorum...
"Yok, piyasa sıkışık laflarına ben o kadar da katılmıyorum" diyor, "Ayrıca seçim dönemlerinde azınlık ya da değil büyük para sahipleri her zaman ihtiyatlı davranır... İlk defa olmuyor bu... Ama..."
"Evet, aması ne?"
"Şimdi tedbir filan alınıyor ya..."
"Eee..."
"Tedbirler iyi de galiba frene basmakta geç kalındı..."
"Ne olacak o zaman?"
"Sana bir şey söyleyeyim mi, bana göre bu iş birkaç aya patlar..."
Bir şirketin, daha doğrusu birden fazla şirketi bir araya getiren ortak bir projenin yemeğine davetliyiz...
Adet olduğu üzere sabah basın toplantısı yapılmış...
Akşam gazetelerin müdürlerine yemek var...
"Bu doğru bir iş değil!
Bir şey anlatacaksanız zaten muhabir arkadaşlara anlatsaydınız...
Aynı şeyleri bir daha, bir daha konuşmanın ne alemi var?
Kötü bir alışkanlık oldu bu" diye düşünürken...
Bakıyorum, konular pek de şirketle, sabahki basın toplantısı ile ilgili değil...
Memleketin ahvali konuşuluyor...
Yemeğe katılanlardan biri kulağıma eğilip fısıldıyor:
"Enerjideki ihale iptallerine ne diyorsunuz?...
Kaporalarını bile yaktılar..."
"Siz ne diyorsunuz?" diye soruyorum...
"Eee diyor... İnsanlar tedirgin... Önünü göremiyor..."
"Nedir" diyorum, "Önünü görememelerinin sebebi?.. Anayasa, Kürt meselesi gündeme gelecek, ekonomi ikinci plana düşecek filan mı?"
"Başka nedenler de var" diye yanıtlıyor beni; "Tam bilemiyorum ama şu sırada elini taşın altına sokmak istemeyen çok işadamı var..."
Bir gazeteci dostumla konuyla ilgili sohbet ediyoruz...
"Ben başka bir şey söyleyeyim sana" diyor...
"Bazı önemli işadamları... Aralarında büyük gruplar da var... Buradaki işlerini tasfiye edip, yurtdışına yöneleceklermiş..."
Ve ardından soruyor:
"Sen bununla ilgili bir şey duydun mu?.."
Sözü getirmek isteğim yer şu:
Bütün bu aktardıklarımın kaynağı 'spekülatif üfürmeler' olabilir...
Öyle ya da değil...
Görünen o ki, Türkiye'nin genel risk algısında bir bozulma var...
Yurtiçinde ve yurtdışında...
Resmi görüşlerde...
Ve de sokakta...
Burası gerçek ve önemli...
Bu tablonun değişmesi Türkiyemizin yararına...
Geçen hafta HT Bloomberg'de Levent Oğuz'un programında da vurgulamaya çalıştım...
Derecelendirme kuruluşları başta, bu bozulmada gösterilen en önemli neden cari açık...
Cari açık adeta ekonomimizin yumuşak karnı...
Olumsuzlukların artmasına meydan vermemek için harekete geçmek lazım...
Ama sadece kısa vadeli tedbirler değil bahsettiğim...
Türkiye'nin seçim sonrasında siyaseten nasıl şekilleneceğinin konuşulmasına hiçbir itirazım yok...
Başkaları bizim yerimize konuşacağına, en açık şekilde bizim kendi aramızda her sorunu konuşup çözmeye çalışmamız çok daha hayırlı...
Ama bu süreçte üzerine bastığımız zeminin sağlamlığı çok önemli...
Onun için diyorum ki, Türkiye'de genel seçimler bitti ama Türkiye'nin seçimleri henüz bitmedi...
Cari açığın seçimle ne ilgisi mi var?
O da bir tür seçim...
Cari açık da bir tercihin sonucu...
Seçtiğiniz modelin ürünü...
Bu durumu, geçenlerde DÜNYA'daki makalesinde yazarımız Prof. Dr. Taner Berksoy net bir şekilde ortaya koydu:
Türkiye'nin büyüme modelini yenileme ihtiyacı acil...
Çünkü görülüyor ki, eski model artık kullanılabilir olmaktan çıktı...
Hem büyümenin kaynakları...
Hem de ekonominin kaynak kullanımında ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç var...
Yaklaşık 60 yıldır Türkiye ekonomisinin büyüme modeli belli...
Kendi kaynaklarından çok dış kaynak kullanımına dayanıyor...
1980 öncesindeki ithal ikameci dönemde de bu böyleydi...
Sonraki yıllarda ekonominin dışa açıldığı dönemde de...
Dış kaynak bağımlılığımızda fazla bir şey değişmedi...
2001 krizi ekonomide bazı alanlara yenilenme getirdi...
Ama dış kaynak kullanımına dayalı büyüme modelini etkilemedi...
Hatta 2002 sonrasında dünya çapında ortaya çıkan likidite ve kaynak maliyetinin düşmesi adeta dış kaynak kullanımını daha da pekiştirdi...
Ama bu yol sağlıklı bir yol değil...
Dünyada koşulların değiştiği bir sürecte artık sürdürülebilir de değil...
Küresel kriz, hem kaynak hem talep sorunu üretti...
Bu da yeni bir dünya demek...
Türkiye, 2023'te Başbakan Erdoğan'ın da hedef gösterdiği gibi, dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri olacaksa...
Cumhuriyet'in 100. yılında vatandaşlarımızın geliri gelişmiş ülkelerin vatandaşlarının düzeyine gelecekse...
Hızlı büyümekten başka çare yok...
İnanın yok...
Hızlı büyüme derken de, gerçekten 'hızlı' büyümeyi kastediyorum...
Öyle hükümet programında hedeflendiği gibi yüzde 4.5'ten 5'lik büyüme bize yetmez...
Unutmayalım, sadece biz büyümüyoruz...
Dünya yerinde saymıyor...
Hesap ortada:
Türkiye'nin kişi başına zenginlikte gelişmiş ülkeler seviyesine, örneğin AB ortalamasına yaklaşması için en az 10-12 yıl süreyle yılda yüzde 7-8 büyümesi gerekiyor...
Gel gelelim çelişki de ortada:
Türkiye büyüdükçe cari açık da büyüyor...
Cari açık büyüyünce büyümede frene basılıyor...
Yani Türkçesi kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz...
Ya da şöyle diyelim: Yürümek yetmiyor... Hedefe ulaşmak için koşmamız şart...
Ama koşmaya başlayınca hedefimiz tıkanıyor...
Çünkü kondisyonumuz eksik...
Oysa bizim hedefimiz var:
Gelişmiş ülkeleri yakalayacağız...
Onun için "büyüme eşittir cari açık" anlamına gelen bu model başımıza dert...
Kendimize yeni bir büyüme modeli seçmemiz lazım...
Biz bu "seçim"de uyarı görevimizi yerine getireceğiz...
Getiriyoruz da aslında...
Gazetenizde, neden OSTİM'cilerin "Ankara metrosunu neden biz yapmıyoruz?" çağrıları manşet oluyor...
Neden Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar'ın uyguladığı alım sistemi sık sık sayfalarımızda konu ediliyor?
Çünkü, cari açık Türkiye'nin geleceği ile oynuyor...
Ve hemen bir yerlerde büyük petrol ya da doğalgaz yatakları bulmayacaksak tek çaresi var:
Nitelikli yerli üretimin artırılması...
İster iç, ister dış siyaset...
Bu yapıya ulaşmadan, yumuşak karınlarla, başarıları sürdürebilmek mümkün değil...
Onun için şimdi asıl ekonomide yeni bir tasarımın zamanı...
Türkiye, birçok şeyi başardı, bunu da başarır...