Seçim beklentisi

Atılım MURAT
Atılım MURAT AYKIRI FİNANS [email protected]

Bu seçimden sonra Türkiye’de bir hükümetin kurulacağı kanısındayım. Tahminlerimi bu senaryoya göre şekillendiriyorum. 7 Haziran’daki seçimden sonra, ‘‘Yeni bir seçim ekonomiyi sıkıntıya sokar’’ diyordum. Haziran öncesinde ivme kaybeden ekonomik aktivite, sonrasında iyice zayıfl adı. Algı kötüleşti. Tabii haziran-ağustos döneminde dış faktörler de bizi desteklemedi. Ancak Çin piyasalarının ağustosun son günlerinden itibaren toparlanmaya başlaması, Fed’in faiz artırımını eylülde pas geçmesi, finansal piyasalara olumlu yansıdı. Küresel piyasalarda iki aydır süren tepki hareketi, yıl sonuna, hatta 2016’nın başlarına kadar devam edebilir. 

Global piyasalarda yaşanan olumlu veya olumsuz gelişmeler bizim gibi ülkelere direkt yansıyor. Rüzgar arkamızdan eserken harekete geçmek gerekiyor. 1 Kasım’dan sonra hızla kurulacak bir hükümet, yeni politikalar açıklamalıdır. Ama bir tek parti hükümeti, ama bir koalisyon hükümeti, hiç fark etmez. Herkes her şeyi gözlemliyor. Ekonomik sorunlar için ivedilikle adım atılması lazım. Para politikası etkin biçimde kullanılamıyorsa, maliye politikasına başvurulur. Büyüme bu şekilde teşvik edilir. Kaldı ki, para politikası mevcut konjonktürde işe yaramayabilir. Faizler düşerse toplam talep hızla artar deniyor. Hanehalkının kredi talebini artıracak mecali kalmadı. Kurlardaki yükseliş yabancı para cinsinden borcu olanları vurdu. Bu açıdan, ‘‘Bankaların elindeki kaynaklar artarsa krediler coşar’’ argümanı soru işaretleriyle doludur. Kredi büyümesi daha çok talep tarafıyla alakalıdır. Kredi vermeye değer müşteriler varsa, bankacılık sektörü kaynak sağlar. Bu nedenle, TCMB’nin üzerinde siyasi bir baskı olmasa dahi, gevşek para politikası çok etkili olmayabilir. Bütçe açığının biraz yükseltilmesi geçiş sürecinde fayda sağlar. 

Ekonomi yönetiminde görev alacak olası isimlere de takılmayalım. Bütün partilerde tecrübeli, ekonomi bürokrasisinde görev yapmış insanlar var. Kişiler değil, sistemin nasıl çalıştığı önemlidir. 2009 krizinden sonra, büyük merkez bankalarının uyguladığı gevşek para politikası sayesinde yapısal reformlar açıklamak için ortam oluştu. 2010 ve 2011 yıllarında, gelişmekte olan ülkelerin büyüme performansı oldukça iyiydi. Türkiye’nin de içinde bulunduğu kırılgan ülkeler grubu, bu dönemde radikal kararlar alamadı. Kötü alışkanlıklar sürdü. Fırsat kaçtı. Önümüzdeki dönem 2010- 2011 gibi olmayacak. Fed kuvvetle muhtemel faizi artıracak. Ardından İngiltere Merkez Bankası’nın faiz artırımı gündeme gelecek. Dünya ekonomisinin büyüme performansı beklentilerin altında kalacak. İşte böyle bir ortamda, küresel yatırımcılar gelişen ülkelere yatırım konusunda seçici davranacaklar. Türkiye açısından rahat bir dönem olmayacak. Sıkıntıyı azaltmak için de yapılması gereken düzenlemeler bellidir. 

2016 senesi dünya açısından zor geçecek. Fed faizi artırmaya başlasa ayrı bir dert, faiz artırımını ertelese ayrı bir sorundur. Faiz artırımının ötelenmesi, ya Çin kaynaklı risklerin artması nedeniyle ya da Amerikan ekonomisinin hız kesmesi sebebiyle olur. Her iki durum da, Türkiye gibi gelişen ülkelerin çok avantajına olmaz. Ehvenişer olan, faiz artırımının 2016’nın ortalarına kalmasıdır. Yabancı yatırımcıların Türkiye için, ‘‘Tek parti hükümetinde bu olur. Koalisyon hükümetinde şöyle olur.’’ gibi bir düşüncesinin kaldığına inanmıyorum. Küresel riskler ortadadır. Ciddi, güven telkin eden, en önemlisi de reformist bir hükümete ihtiyaç var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dolar yükselir düşer 28 Ağustos 2019