Savurganlığımıza felsefe kalkan olur mu?

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN [email protected]

 

2011 son çeyreğini %5.2 büyürken kapadık. En büyük payı %5.3 ile özel tüketimin, devletin tüketimininse %0.5 ile katıldığı bir performanstı bu. Özelleştirme gerçeği, devletin tüketiminden daha düşük pay almış olmasını olağanlaştırdı. Öte yanda, kılıcın bir ucunda %6 ila %8 arasına sıkışmış milli tasarruf oranımız, öteki ucunda GSYIH'nin %10.5'ine kadar tırmanmış cari açığımız. İki ağır bedel... Yıllık gelirin, gideri düşülünce; tasarruf edilebilir geliriniz; sanki sonuna dek kullanılıyor. Sadece, 6 TL ile 8 TL kadarını da biriktiriyorsunuz. Küresel sistemik krizden büyük ölçüde etkilenenler; tasarrufları yetersiz, hızla gerileyen; ABD, İngiltere, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerdi. Sonuçları ağır olsa da, önüne geçmekte başarılı olamadığımız tasarruf yetersizliğimizi biraz olsun derinden irdelediğimizde, tasarruf olgusundaki saklı gerçekler ortaya çıkar.

Refah algısı, gelirlerden tamamen farklı gelişen bir yaklaşım, düşük gelirli kendini yüksek gelirliden çok daha refahta algılayabilir. Gelirleri kişisel özlemleriyle sürekli rekabet halinde yaşayanların imbiğinden yıllar; tutkuları, iştiyakları, şevkleri süzer. Tutkular, hedeflerine ulaşmada yüksek riski araç olarak kullanır. Pischke (2011) ve Koedijk'in (2012) yaptıkları çalışmalar; refah, gelir ve birikmiş özlem arasında çok karmaşık ilişkilerin yer aldığına işaret ediyor.

Gelişmiş sermaye piyasalarıyla ABD'de şirketler, ortaklıklarda pay anıyla temsil edilirler. Oy kullanma ve kârdan temettü edinme hakkı dışında yönetim üzerinde güçlü bir yetkinlik yoktur. Asıl mal pay sahiplerine ait olsa da, yönetim CEO'ların birikmiş özlemlerini karşılamaya çabalar. CEO'ların yüksek riskli yatırımları başarısızlıkla sonuçlandığında, ikramiyesini alıp ayrılır. Oysa pay sahipleri şirketlerini, çalışanlar da işlerini kaybeder. Öyleyse tatminsiz kalan tutkular şirket yönetimlerini ele geçirdiklerinde, kumar başlar.  

Bu konuda Milton Friedman ve Leonard Savage (1948), piyango ve lotarya ile insanların birikmiş özlemlerini nasıl beslediklerinden dem vuruyor. Son günlerde Rachel Campbell, Kees Koedijk, Meir Statman de hanehalkı davranışlarının tüketim ya da tasarruf boyutuyla derinlemesine irdelemiş. Buna göre; yüksek gelir düzeyine sahip insanların birikmiş özlemleri gelirlerinin üzerindeyse, refah fakiridirler. İşte bu insanlar, krizlerin amigolarıdır. Tutkularına erişmede kaybedebilme olasılıklarını küçümser ve olası her türde riski üstlenmeyi sakıncasız bulurlar. Öte yandan düşük gelir düzeylilerin birikmiş özlemleri, gelirleriyle dengeli seyrediyorsa, refah algısının çok daha yüksektir. Cinsiyetler arasında fark ortaya çıkabildiği gibi, artan yaş ile refah angısı kuvvetlenir. Yaşlandıkça ve cinsiyet ibresi bayanları doğru döndükçe, riskten kaçınma tercihi öne çıkar.

Krizin ilk günlerinde gündemi dolduran yorumlar, yüksek riskli ipotekli konut kredilerinden kaynaklanan bir kriz tablosu çiziyordu. Finansal mühendislik ürünleriyle sıradanlaşan müteselsil risk transferleri, asil-vekil çelişkileri, birikmiş özlemler, yüksek risk kabulleri; altında yatan esas sorunları gizliyordu.

Tasarruf yetersizliği ve büyümenin sürdürülebilirliğine kara leke gibi düşen cari açığımız, ekonomimizde tehlike çaladursun, yabancı yatırımlar yeni üretim kapasitesi yaratmadan kurulu şirketlerimizi satın almaya, büyük şehirlerden Anadolu'ya uzanan AVM ağı döşemeye, gayrimenkuller yükseltmeye, risk iştahımızı beslemeye can atıyorlar. Bu, büyük ölçekte yerlilere kredi açarak gerçekleşiyor. 115 milyar dolar özel sektör kredilerinin bir yıla kadarki ödenmesi gereken büyüklüğü, hızla artan risk boyutunu önemli bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. QE1, QE2 ve Avrupa'nın benzer parasal gevşetmeleri kredi verenlerin risk iştahı gelişmekte olan ülkelere kaydırınca bizde üç grup oluşturdu. Düşük refah algısında, riskten kaçma eğilimleri düşükleri; düşük refah algısında, kaybedebilme korkusu olmayanları; risklere gözü kara, kaybedebilirim öngörüsü olmayan statü meraklıları...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar