Savunmayla yetinme, strateji yap

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Dünyadaki güç dengesinin gelişmiş Batı ülkelerinin aleyhine, gelişmekte olan ülkelerin lehine değişmesiyle simgelenen küreselleşmenin yeni aşamasında Türkiye'nin bu ikinci grupta olma avantajını üstünlüğe çevirmekte karşı karşıya bulunduğu engelleri aşmak zorunda olduğunu geçtiğimiz aylardaki yazılarımızda vurguladık. İşin iyi yanı sözkonusu engellerin kendi kontrolümüz altında ve içsel dinamiklerimizin geliştirilmesi ile ilgili olması, kötü yanı ise gündemimizi ve önceliklerimizi böyle bir vizyona göre şekillendirmekte kararlılık ve uzlaşma işareti vermeyişimiz. Oysa ekonomide ilk defa yakınına geldiğimiz bu sıçramayı gerçekleştirmedikçe, geniş kitlelerin ilgisini daha çok çeken ve bu nedenle politikacıların da daha coşkulu göründüğü siyasal planda güçlü ülke özlemine ulaşmanın mümkün olmayacağı açık.

Başarı için savunma yetmez

Daha önce de belirtmiştik, 2050 ve 2030 ile ilgili projeksiyonlarda yükselen ülke devleri olan Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya'ya en yakın yıldız adayları arasında sayılmamız, esas itibariyle genç ve büyük nüfus, esnek özel sektör ve jeo-stratejik konum ile desteklenen büyüme potansiyelimiz dolayısıyladır. Burada belirleyici faktör, bu potansiyeli yönetmede göstereceğimiz başarı olacaktır. Zaten Türkiye'ye verilen şansın artmasında yeni yüzyılın ilk on yılında özellikle bir önceki 10 yıla oranla ekonominin yönetiminde sağladığı istikrar büyük rol oynamıştır.

Ancak kabul etmeliyiz ki başarı büyük ölçüde konjonktür fırsatlarına uyum göstermek ve kamu mali dengelerini sağlam tutmak anlamında, yani bir bakıma savunma odaklı olmuştur. Kilit başarı faktörü olan mali disiplin bağlamında siyasi yoğunluğu artan konjonktür nedeniyle kaygılar varsa da, ekonomi yönetiminin fazlasıyla farkında olduğu bu noktada kontrolü elden kaçıracağına ihtimal vermiyoruz.

Asıl sorun, başarıyı savunma platformunun ötesine taşımak ve reel ekonomiyi küresel eğilimlerin çizdiği yeni yönleri de dikkate alarak daha rekabetçi olacak şekilde yeniden yapılandırmak konusunda yavaş hareket etmemiz ile ilgilidir.

Daha rekabetçi bir sanayi

Gerçekten, büyümeyi destekleyecek ölçüde bir ihracat performansını bir türlü yakalayamayışımızın gerisinde de yeterince rekabetçi ve yüksek katma değer üreten bir sanayi yapısına sahip olmayışımız yatıyor.Ne var ki bu konuyu ne stratejik planda yeterince tartıştığımızı, ne de alternatif eylem programları hazırladığımızı söylemek mümkün değil.Bunun yerine sadece kur ve faiz üzerine spekülatif tartışmalar ile uğraşmayı tercih ediyoruz.

Oysa gerek sanayi stratejisi, teşvik sistemi, sosyal güvenlik ve gelir vergisi reformu, odaklanılmış bir teknoloji ve yenilikçilik desteği gibi kamu otoritesini, gerekse optimal ölçek, finans erişimi ve işgücü niteliği gibi özel kesim performansını etkileyen alanlarda yapacak çok işimiz var.

Üstelik iki yıl önceye kadar BRIC adaylığımız konuşulurken de iç pazarımızın yeterince büyük olmayışı ve cari açık sorunu nedeniyle tartışmalı görülen konumumuz, şimdilerde biraz daha mütevazi bir düzeyde değerlendiriliyor.Yükselen ülkelerin dört devinin arkasında ve gelecek 10 yılda sivrilecek 6 ülke içinde Endonezya, Vietnam, Kolombiya, Mısır ve Güney Afrika ile birlikte Türkiye CIVETS olarak adlandırılan yeni bir cazibe odağının üyesi sayılıyor. Malezya ve Şili de diğer muhtemel adaylar. Karşı karşıya olduğumuz rekabeti yansıtması açısından bu yeni sınıflandırmanın daha gerçekçi olduğunu söylemek mümkün..

Zaafları dengeleyecek üstünlükler gerek

Bu yeni grup içinde parasal ekonomik büyüklük olarak birinci sıradayız. Ancak yakın gelecekteki büyüme potansiyeli yönünden ortalardayız. Grubun ortak özellikleri büyük ve artan genç nüfus, nisbi, siyasi ve ekonomik istikrar, çeşitlendirilmiş ekonomik yapı. Buna karşılık doğal kaynaklar ve ucuz işgücü açısından Türkiye negatif bir ayrışma içinde. Bu dezavantajı ekonominin temellerini güçlendirerek, tarım gibi yeni üstünlük alanları yaratarak ve rekabetçiliği arttırarak gidermeliyiz. Kuşkusuz tasarruf açığı ve dolayısıyla dış kaynak ihtiyacı da unutmamamız gereken bir nokta.Bu yöndeki politikalarımızı da stratejik ve ayrıntılı bir içeriğe kavuşturduğumuz söylenemez.

AB üyelik süreci ile sağladığımız ilk ivmenin daha fazlasını, yeni eğilimlerle yeniden şekillenen küresel üretim ve ticaret ağları içinde öncelikle tercih edilen bir odak olarak sağlayabiliriz. Ama bunun için ilk şart kendi önceliklerimizi doğru belirlemek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019