Şarkıları ışık olurdu, onun...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Seneler seneler önceydi. Sevgili Selim İleri’nin evindeydik. Pencerelere akşam yavaş yavaş inerken müthiş bir ses gelmeye başlayacaktı müzikçalarından. Kadın sesinin en zor rastlanan tonunda, alto bir ses. Büyülenmişçesine dinleyecektim ilk parçayı:

“Boğazda renkler her gece / Denize sessiz inerdi / İsmindeki en son hece / İçime birden sinerdi / O geceler ki çok zaman / Bestelenen aşkınla inlerdi / Sahillerde herkes o şarkımı beklerdi, dinlerdi / Benim şarkım ışık olur / Sonsuz gönül yollarına / Duyanlar hem ümit hem yol bulur / Sevdiğinin kollarına.”

Necip Celal Andel’in bu harika tangosunu öyle muhteşem, odayı dolduran bir his sağanağında yorumluyordu ki. Bir de bunun üstüne beş kuşak İstanbullu ailemden âşina olduğum unutulan selis Türkçeyi yıllar sonra yeniden duyuyordum onun sözcüklerinde.

“Ey deniz gözlü kadın / Aşk mıdır senin adın / Renklerinin her izinde / Ruhum yandı aşk denizinde” diye başlayan ikinci tangoda “Bir dakka, bir dakka!” diyecektim Selim’e. “Kim söylüyor? Bilmeliyim, tanımalıyım.”

Neredeyse bütün bir gece Zehra Eren’i anlatacaktı Selim. Dinlediğimiz bir TRT kaydıymış; piyasada mevcudu bulunmayan tek bir taş plağı da varmış galiba. Sonrasında her tangoyu konuşacak, tartışacaktık. Arkasındaki hikâyeleri de öğrenecektim. Zehra Eren’in hüzün bulutuna uygun, program sunucusunun bile bir hazin öyküsü olduğunu dinleyecektim Selim’den.

Kaydı yanıma almadan dönmeyecektim tabii ki. Hemen bir kopyasını çıkartacaktım. Ve biteviye dinlemeye başlayacaktım: 

“Beni terk etme, bırakıp gitme / Gecelerimi aydınlatan ışıksın / Sensin yapamam yalnız olamam / Sen her şeyim inandığım aşkımsın / Böyle mi olacaktı aşkımızın sonu / Böyle mi bitecekti bu tatlı hayaller / Tekrar dön bana muhtacım sana / Bütün ömrüm boyunca.” 

Tanrım, nasıl her yerimi sarıyor; yüreğimde, beynimde hissediyorum onun seslendirdiği tangonun cümlelerini. Tekrar başa alıyorum, yeniden yeniden dinliyorum “Beni terk etme, bırakıp gitme.” Nasıl hüzünlü, nasıl kendine özgü bir yorum. Tıpkı iki elin parmaklarını anca geçen diğer kayıtları gibi.

Araştırmaya başlayacaktım 50’li yılların Cumhuriyet’le yaşıt muhteşem yorumcusunu. Zeki Müren ve Dario Moreno’nun onun büyük hayranı olduğunu öğrenecektim. Eşi diş hekimi Kadri Cerrahoğlu’nun da müzikle uğraştığını, Sarhoş, Siyah Gözler, Anne’nin de aralarında olduğu tangoların bestekârı olduğunu. Zehra Eren, bir radyo sanatçısı olarak kalmayı tercih etmiş, bütün ısrarlara rağmen sahneye yeterince çıkmamıştı. Elinden tutan Dario Moreno erken ölmeseymiş, belki dünyaya açılacaktı, ama kader…

Süper Baba dizisindeki Çengelköylü Rum asıllı Bayan Eleni olarak karşımıza çıkaracaktı onu. Bir de TRT’nin 50. kuruluş yıldönümü nedeniyle eldeki kayıtlardan yapılan bir albümü var hâlen satışta olan.

Yıllar yılları kovalayacak; o radyo kaydı hiç eksilmeyecekti başucumdan.

“Hastanım gel bak bana / Takma bir kalp tak bana / Belki o zaman sevmem seni” Söyleyecek başka bir söz kalıyor mu?

Ve bir Ustalara Saygı gecesi. 11 yıl boyunca 150 civarında “Usta” için hazırladığım etkinlikteyiz. Kalabalık fuayede hemen ayırıyorum onu diğerlerinden. Oturan kadın, evet evet bu, o olmalı. Yılların çizgileri artsa da gözler asla değişmiyor. Nasıl muhteşem bir ân. Hemen yanına gidiyorum, unutulmaz o sohbet hafıza kayıtlarımdan asla silinmeyecek.

Derken bir iki gün önce Twitter’da bir cümle:

“Güle güle Zehra abla!”

Murathan Mungan yazmış. İçimde bir yerler acımaya başlıyor. Tahminime inanmak istemiyor, internette araştırıyorum; neyse ki hiçbir yerde yok. Ama Murathan, “Harita Metod Defteri”nde daha yeniyetmeyken tanıdığı Zehra (Eren) ablasını anlatan Murathan, yanlış bilgi verir mi?

Bir-iki gün sonra sadece birkaç gazetede Zincirlikuyu’da küçük bir cemaatle sessiz sedasız defnedildiği haberi çıkıyor! Söz bitti, nokta… Onun şarkıları ise yaşıyor, daima dinlenecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar